Cumartesi, Ocak 15, 2011

Vargos Altınları



VARGOS ALTINLARI

(Bu hikâye Faesla evreninde, Berr ve Barr isminde yirmi yaşlarındaki ikizleri konu almaktadır.)

Gecenin en karanlık saatlerinde ikizlerin her zaman ki klasik tartışmasından yeterince sıkılmış görünen yaşlı ağaç dallarını hafifçe oynatarak, altındakileri uyarmaya çabaladı.

‹Hey! Bu benim altınımdı Berr!›

‹Biraz daha sessiz ol, sanırım şu ağaç kıpırdadı. Neyse, şu ana kadar bulduklarımızın hepsi zaten senin oldu ikizim Barr ama bu benim! Ben gördüm! Ben buldum! Keşke, keşke aynı anda doğsaymışız. Sürekli benden iki saniye önce doğduğunu söyleyerek ağabeylik yapıyorsun. Bu yüzden değersiz şeyleri veya değerlilerin en azını ben alıyorum.›

‹Sürekli olduğu gibi bu da benim, ikizim Berr.› dedi Barr kıkırdayarak, altını kardeşinin elinden kaparken halinden oldukça memnun görünüyordu. Yanında getirdiği küçük bez çantasını kıymetli olduğunu düşündüğü parçalarla doldurmuştu yine. Hepsi hepsi birkaç altın, gümüş ve ne olduğunu bilmediği parlak mı parlak bir taş.

‹Eh› dedi elini bez çantayı sokup parlak taşı çıkartırken, ‹Zaten bunları satıp beraber yemiyor muyuz ? Şu taşı, bizim yaşlı altın göz Ağaçgüder'in patates tarlasına değişebileceğimize eminim. Böylece, bundan sonra bu uğursuz yere gelmemize gerek bile kalmaz belki. Tarladan yetiştirdiklerimizi yer ve satarız.› Aslında bu fikir Berr'in hoşuna gitti. Zira ikizinin aklının bir süredir muzipliklerden başka şeylere de çalıştığına şahit oluyordu.

‹Sence gerçekten o kadar değerli midir ? Sanmıyorum Barr. Parlak bir taş sadece, daha önce bulduklarımız gibi. O zaman Ağaçgüder'in ne verdiğini hatırlatmamı ister misin ? Daha sonra getireceğimiz değerli bir taşa vereceği patatesi tatlandırmamız için bir avuç tuz vermişti. Gerçi sen normal bir taşı parlak görünsün diye boyamasaydın ve cimrilik yapmayıp sakladığın altınlarından verseydin, büyük bir patates bizim olabilirdi.› diye söylendi Berr.

‹Cimrilik mi ? Ben cimri falan değilim. Şu taşı tarla ile değişebiliriz diyorum aksine. Ve zararın neresinden dönsen kârdır ikizim. Biz emek verip boyadığımız taşı ona verdik ve tuzu hakettik.› dedi Barr, taşı bezden yaptığı çantasına koyarken. ‹Hem fena mı oldu işte ? Evdekileri bir güzel tuzladık. Bir de bu yönünden bakmalısın bence. Bu sefer bunun gerçek bir mücevher ya da her neyse, kıymetli bir şey olduğunu anlayacaktır. Köyde kimse onun kadar Faesla topraklarında ayakkabı çürütmüş değil.›

Ağır adımlarla Barr'ın bu uğursuz yer olarak isimlendirdiği bölgeden ayrıldılar. Yaşlı ağaç onların ardından dallarını eskisi gibi salmıştı artık. Bu uğursuz yer geceleri gerçekten ürkütücüydü. Sıkı sıkıya birbirine sarılmış hatta yer yer toprağa kadar uzanmış dallar, ay ışığını perdeliyor ve yolları kapatıyorlardı. Bu dalların kapattığı çokça patikalar da vardı, devamı olanların bazılarına ise gitmeye cesaret edemediler keza sonu görünmeyen dehlizlere çıkıyordu. Yapraklar ise rüzgârla birlikte kulakları, içleri ürperten bir fısıltıyla meşgul ediyordu. Yaklaşık bir haftadır, geceleri sürekli bu uğursuz yere gelmelerine rağmen alışamamışlardı bu seslere, havaya, ormana hatta ayak bastıkları toprağa bile. Bazen sahipsiz ayak sesleri duyuyorlar ve izlerini görüyorlar, uğultular bile duyuyorlardı. Sanki ağaçların üzerinde bir şeyler zıplarmış gibi. Berr'in elinde olsa hiç gelmezler belki ama kendisinden iki saniye önce doğmuş ikizi, ona bu tarz konularda ağabeylik yapmayı çok seviyordu.
-Berr'in hoşuna gitmese de-

‹Berr, yorgunluktan titremeye başlayan ayaklarım biraz dinlenmemiz gerektiğini söylüyor.›

‹Evet, güzel bir fikir daha. Biraz ileride küçük bir dere var. Onun yanında dinlenip su içebiliriz ve benim de karnım artık yemek yemelisin demeye başladı.› dedi Berr eliyle açlıktan gurulduyan karnını okşayarak. İkizlerin yorgunluktan ziyade açlığa asla tahammülleri yoktu.

Deredeki su, büyük bir kayanın üzerine usta eliyle açılmış gibi duran sincap yuvası büyüklüğündeki delikten akıyordu. İkizler köprü niyetine yapılmış gibi duran taşların yanındaki çok büyük, yaşlı ağaçlara ait olduğunu düşündükleri toprağın yüzeyine kadar çıkmış köklere oturdular. Barr hemen bir ateş yaktı ve erzaklarına koydukları patatesleri suda ısıtmaya başladı. Üstelik yanına yaşlı Ağaçgüder'in tuzundan bile almıştı evden çıkarken. Az sonra fokurdayan suyun içerisinden hızla bir tanesini aldı Berr ve ekmeğinin arasına yerleştirip yemeye koyuldu, ardından Barr da aynı hareketi yaptı.‹Yeterince ısınmamış ha, sence ?› Berr, ağzındaki bitmemiş olmasına rağmen, höpürdeterek cevap verdi:‹Biliyo'n aazım doluken konu'mam ben pek ama yemek olu'sa konu faaklı olu. Eh...› dedi son lokmasını midesine indirip diğerine uzanırken, biraz sesinin düzelmesini bekledi.‹Evet sanki pişmemiş gibi, böyle daha çok şeye benzemiş tadı, çok pişmiş sabunsüğen mantarı.› İkizler, oturdukları köklerin sahibi olan yaşlı kayının hafif rüzgar eşliğinde kendisini dinlendirmeye başlamasına kadar yemek yemelerini sürdürdüler. Yedikleri onca patatesin ağırlığından olsa gerek kısa bir süre sonra ikisininde uykusu gelmeye başladı. Berr, ikisinin aynı anda uyumasının yerine daha temkinli davranarak bu işi nöbetleşe yapmayı teklif etti. İlk kendisinin uyuyacağını söyledi, gerçi her konuda iki saniyenin ağabeyliğin yapan ikizinin bunu kabul etmeyeceğini düşünüyordu. "Pekalâ." dedi Barr, Berr'i şaşırtarak. "Uyku sersemliğine gelmiş olmalı." diye düşündü. Yaşlı kayının, toprağa başkaldıran iki yayvan kökü arasına iyice yayıldı Berr, derince uyuyabileceği en rahat şekile büründü. O sırada ikizi, hemen yanlarındaki derede uykusunu gidermek için yüzünü yıkıyordu. Birkaç saat boyunca bekledi Barr, arada çevreye göz atmıştı tabi, sadece oturmadı. Uykusu tekrar kendini göstermeye başlamıştı, gözleri ağrıyor, oturup biraz beklediği zaman ise kafası düşüyordu. Gökyüzüne baktı, tahminen dört veya beş saat içerisinde şafağın sökeceğini, ikizinin o saatlere kadar uyanmayacağını ve yeterince nöbet tuttuğunu düşünerek olduğu yerde uykuya daldı. Uykusunun derinleşmesini takiben rüyasında anlayamadığı parlak bir ışık görmesi pek uzun zamanını almadı aslen. Uyudular, uyudular, saatlerce uyumaya devam ettiler. Şafak söktü, güneş bile yükseldi lâkin ormanın efendileri olan büyük ağaçlar dallarıyla engellediler güneşi. Çok az ışığı girebiliyordu onun. Hatta bir ara, misafirlerinin bu tembelliğinden sıkılmış görünen yaşlı kayın, kökleriyle toprağı salladı, sıkıştırdı. Yinede uyandıramamıştı, arada Berr hafifce başını kaldırıp ayaklarını kaşıdı sadece gözlerini açmadan, kafasını devirip tekrar devam etti derin uykusuna. Güneş tekrar battı, ardından tekrar. Yaşlı kayının misafirleri havanın soğukluğundan bile etkilenmiyorlardı anlaşılan. Gerçi bu soğukluk uykularının ikinci gecesinde başlamıştı. Yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Henüz ikizler üzerinde henüz o kadar etkili değildi demek ki. Bu uykularında Barr sürekli o ulaşamadığı, dokunamadığı, hissedemediği lâkin sadece gördüğü parlak ışığı rüyasında görmeye devam etti.



‹Hey! Sen, o küreyi bana ver çabuk pislik! Onu ben buldum ve bu şekilde elimden alman hiç adil değil.› Barr hızla az önce bulduğu küreyi elinden alan adama doğru koştu. ‹Biraz daha bağırırsan tüm dikkatleri üzerimize çekeceksin. Nefes alışınızın bile şu ormandaki sessizliği rahatsız ettiğinin farkında değilsin. Düzeni bozuyorsunuz ve bunu yaşamınla ödemeye hevesli gibisin. Senin ve onun -Berr'i gözüyle işaret etti.- burada olmanız doğru değil. O yaşlı kayının rahatını bozdunuz, köklerini defalarca dışarı çıkarttı ve bu yavaş yavaş diğer ağaçların da dikkatini çekmeye başlıyor. Nicedir buralarda gezip, düzeni bozarsınız ?› Adam bunları söylerken yüzünü Barr'a hiç çevirmemişti ve hızlı adımlarla doğuya doğru yöneldi. Barr arkasına baktı lâkin Berr'i göremiyordu, çok uzaklaştığını fark etti. ‹Yeterli evet, beni buraya kadar takip etmen yeterli. Yanımda bir insan hayatından daha uzun süre durmana ses etmedim. Lâkin şimdi arkadaşının yanına dön, arından arkanıza bakmadan burayı terkedin. Sakın yavaşlamayın ve uyumayın, yoksa ormanın büyüsüne yakalanırsınız veya daha kötülerine. Karşılaşmak istemeyeceğiniz şeylere. Al şu bıçakları, yardımı dokunabilir.› Adam ilk defa yüzünü Barr'a dönmüştü, bıçakları sırtından çıkarıp ona verdi. Üzerinde işlemeler bulunan kaliteli bıçaklardı bunlar. Barr adamın yüzüne baktı ama garip birşeyler vardı. Gözleri yoktu, onların yerine siyah dumanlar çıkan karanlık çukurlar. Başı dönmeye başladı, adamın karanlık gözlerinden kendisini alamıyordu, bunun farkına varan adam hızla arkasını dönüp tekrar yola koyuldu. Bir iki adım sonra geri bakarak artık al al parlayan göz çukurlarıyla şöyle söyledi: ‹Berr öldü.›

‹Berr!› diye bağırarak hızla uyandı Barr. Bir an her yerinin doğru düzgün hareket edemeyecek kadar ağrıdığını fark etti ve istemsizce yere yığıldı. Gözlerini kaldırdı ve gökyüzünde güneşi aradı lâkin ormanın kasvetli ağaçları sanki bütün güneş ışıklarını emmişti. Daha sonra Berr'e döndü ve biraz daha iyi olduğunu düşünüp tekrar ayağa kalktı. Dengesini kurup ikizine doğru yürüdü. İkizinin halâ yaşayacak kadar nefes alabildiğini görünce rüyanın çok etkisinde kaldığını düşünmeye başladı Barr. Peki ya o adam kimdi ? Gözleri olmayan adam kimdi ? Ve o küre niçin onu takip ettirmeyecek kadar değerliydi ? ‹Berr! Uyanmalısın artık ikizim. Sanırım sabah oldu.› Kendisi bile inanmamıştı bu söylediğine. İkizinin yanına giderek onu hafifçe dürttü. ‹Gitmeliyiz artık, düzeni bozuyoruz.›
‹Neyin düzenini ?› dedi Berr kısa sürdüğünü düşündüğü uykusundan uyandırılmanın getirdiği mutsuz düşüncelerle.
‹Onların düzeni Berr, etrafına bir bak. Bu ormanı rahatsız ediyoruz. Sence şu ağaçların bize ihtiyacı var mı ?›
‹Kafanı nereye vurdun Barr ?›
‹Kafamı vurduğum falan yok. Ben, ben sadece bir rüya gördüm, garip bir adam söyledi bunları. Ormanı rahatsız ettiğimizi, senin öldüğünü falan. Hızla buradan gitmeliyiz artık. Sanırım tekrar gelmeyiz. Bir de, bir de küre vardı. Öylesine parlak ve çekiciydi ki...›
‹Ama halâ yaşıyorum işte! Nedir ki seni bu kadar etkileyen şey rüyada ? Sadece o adam ve küre mi ?›
‹Emin ol, onu görmek istemezsin. Hadi şimdi toparlanıp uzaklaşalım artık.›

Yaklaşık iki saattir durmaksızın yürümelerine rağmen ikizler ormandan çıkamamışlardı. Bu kasvetli ormandaki ağaçların boyu bile aynıydı neredeyse, sanki hepsi aynı gün dikilmiş, aynı gün filizlenmişti. Ara ara güneş ışığını yakalayıp en azından halâ gündüz olduğunu anlıyorlardı. Ortam öyle bir tondaydı ki ne gece ne de gündüz olduğu anlaşılıyordu. Ancak birbirine dikilmiş gibi duran yaprakların arasından sızan ışıklar tahminde bulunmalarına yardımcı oluyordu. ‹Böyle bir yerde kim yaşar ? Nasıl hayatta kalır acaba ?› diye söylenmeye başladı Berr, bir süre devam etti kendi hâlinde. İkizi pek dinlemiyordu keza aklı gördüğü rüyadaydı. O adamı düşündü tekrar ve sonunda al al parlayan gözlerini anımsadı. Bir an duraksayıp Berr'in arkasındaki patikaya göz dikti. Sağında ve solunda toprak katman katman yükseliyordu ve sanki yapraklar bu patikayı dikkatli görmeyen gözler için gizliyordu.‹Burayı hatırlıyorum, o yer. gözleri olmayan adamın bana kendisini takip etmememi söyledi yer. Hadi Berr girelim buraya.›


‹İkizim, sakın bana bir rüyaya göre hareket edeceğimizi söyleme. Bence normal yolumuza devam etmeliyiz. Merak iyi birşey değildir.›
‹Gelmek istiyorsan gelirsin Berr, seni zorlamıyorum lâkin ben buradan devam edeceğim yoluma. O kürenin gerçek olduğunu hissediyorum, onu bulmam lâzım. O zaman istediğimiz her şeye sahip olabiliriz.›
‹Her zaman olduğu gibi yine senin sözüne göre hareket edeceğiz. Seni yalnız bırakamam, geliyorum elbette. Umarım haklısındır, onları rahatsız ettiğimizi de unutma.›



                           ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦


''Ahmaklar! Nasıl düşürebildiniz küreyi ? Ah, benim hatam, gerçek kurtuluşumu sizin gibi iki aptala bıraktım. Son yüz yılı beklememe gerek kalmadan, benim asırlardır burada olmama sabebiyet veren her şeyi yok edecektim. Bir kez daha Nur... Bir kez daha yok olmaktan kurtuluyorsun. Yakın bir zaman içerisinde bütün ırklarının üzerine geceden bile daha karanlık çökeceğim. Yalnızlıkla boğulacaklar, sana isyan edecekler. Yanında onlardan kimseyi bulamayacaksın!'' Mağaranın en karanlık köşesinde bekliyordu Barlund. Sesi, mekanın her köşesinden aynı tonda yankılanıyor ve duyuluyordu. Kardeşlerinden kaçışından bu yana, burada geçirdiği asırların intikamı, biriken öfkesiyle birlikte harmanlandığı sürece karanlık düşünceleri daha da artıyordu.
''Kim düşürdü küreyi ?'' kini dışarı çıkmaya başladı.
''Urndash, Barlund Marzlûrzg.'' 

''Buradan dışarı çıktığınız anda bir süreç başlayacak ve bu süreç içerisinde küreyi bulamazsanız, bedenlerinizle birlikte ruhunuz Kahar Zindanı'nda sonsuz ateşle yanacak lâkin küreyle birlikte geldiğiniz vakit ikinizi de baş hizmetkârlarım yapacağım.''


                           ♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦


''Rüyanda gördüğün bir kürenin gerçekliğine nasıl olur da bu kadar inanabilirsin ?'' Berr ikizindeki endişeyle karışık heyecanı gözlemleyebiliyordu.


''O anı yaşaman gerekiyordu. Avcumunda o kadar parlak ve çekiciydi ki... Sanki, sanki bırakmak dahi istemedim. Sadece onun gerçekliğini ve onu bulabileceğimi hissediyorum. İşte onu bulduğumuz vakit her şey değişecek. Güven bana.'' Barr bunları anlatırken bile kalbinin hızlanmasına engel olamıyordu.


Nereye yürüdüklerini, yolun sonunun nereye varacağını bilmeden girdikleri bu patikada yaklaşık bir saattir dinlenmeksizin yürüyorlardı. Attıkları her adımın ardından zaten yeterince ışıksız olan orman daha da kararıyordu; ağaçlar biçimsizleşiyor ve otlar kurumuş bir şekilde toprağa uzanıyordu. Ağaçlar ara ara kendi aralarında homurdanıyor, kimisi dallarının yerini değiştiyordu. İkizler korkmalarına rağmen içlerindeki merak daha fazla ilerlemeleri için gerekli cesareti, her seferinde sağladı, uzun bir yol kat ettiler, bunu takiben yoruldular. Bu kasvetli ve karanlık bölgede dinlenmek pek iç açıcı değildi tabi lâkin dinlenmek zordunda olduklarının bilincindeydiler. Oturdukları yere zarar vermeyecek kadar ateş yakmayı göze aldılar. Yaktıkları ateş çevredeki hayvanların dikkatini çekmiş olacak ki, bazılarını hiç duymadıkları çeşitli sesler yayılmaya başladı.

İkisi de ateşin kenarına uzanmış göremedikleri gökyüzüne bakıyordu ve çeşitli anılarını hatırlayıp gülerek, ormanın karanlığından kaynaklı duyguları bastırmaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra, nöbetleşerek biraz uyumaya karar verdiler. Barr yine ilk nöbeti aldı, tabi bu sefer kesinlikle uyumamak şartı ile.


Birkaç saatin ardından Barr, oturmaktan sıkılarak çevreye göz atmak için kalktı. Ateşlerinin azalmasıyla biraz odun da getirmeyi düşündü. Ateş ışığını gözden kaybetmediği mesafelerde gezindi bir süre, ilk başta duydukları sesler azalmıştı artık. Orman daha da sessizleşti. İçindeki hayvanlar, ya onların yaydığı ışıktan rahatsız olmuşlardı ya da artık onları takip etmekten sıkılmışlardı. Böylesi de Barr'ı pek rahatlatmamıştı aslen çünkü; derin sessizlik sonucu en ufak bir çıt sesi dahi kalp atışlarını korkusuyla birlikte arttırıyordu. Belki bu duygularını bastırır diye sesli sesli düşünmeye başladı. ''Neyse artık bunlar bizi bir süre idare eder, ben uyuduğum vakit Berr'de kendisi için toplar.'' Zayıflayan alevin yanına yaklaşıp, rahat bir yere oturarak topladıklarıyla besledi. ''Ya o küre gerçek değilse ? Boş yere ki nereye gittiğimizi bile bilmiyorum, yol alıyorsak ? O zaman ne yaparım ? Yeteri kadar yiyecek kalmadı zaten ve biz ilerledikçe geri dönüş için hiç kalmayacak. Ama o küre gerçek, hissediyorum bunu.'' bu ikilem yüzünden Barr biraz daha düşündükten sonra, hazır ikizi uyuyorken, tek başına ilerlemeye karar verdi. Hem böylece ikizine fazlasıyla yetecek yiyecek kalacaktı. Hızla yerinden kalktı ve sesten uzak durarak kendisine ufak bir çanta aldı.


''Biliyorum bu yaptığım çılgınlık, akıl kârı değil fakat... Hissedebiliyorum, o küre gerçek, onu bulacağım ikizim, ne pahasına olursa olsun. Sonrasında hayatımız tamamen değişecek. Şimdi, umarım uyandığın vakit beni aramaya çalışmazsın, umarım.'' Barr, Berr'e son defa gülümseyip hızlı ama sessiz hareketlerle yanından ayrıldı.


Bu bilmediği yollarda kafasına göre ilerlerken orman yine garip hayvanların sesiyle yankılanmaya başlamıştı. ''Korkmak yok, korkmak yok, onlar sadece birer hayvan.'' şeklinde kendi kendine sürekli tekrarladı Barr. Tabi kalp atışlarının hızlanmasına engel olamamıştı zira karanlığın doruk noktaya ulaştığı noktalarda yer yer korkuyu iliklerine kadar hissediyordu. Bresholnd Ormanı'nın dışarıdan görünüşü ile içerideki gerçeği arasında dağlarca fark vardı. Dışarıdan ne kadar sakin ve insanın içini ferahlatan bir duruşu varsa, içeriside bir o kadar karanlık ve korkutucuydu. ''Bu bir çeşit büyü olmalı.'' diye düşündü Barr. Daha fazla ilerledi, ölü dere yataklarından geçti, bu dere yatakları ormanı ikiye ayıran ve ismini yine ormandan alan Bresholnd Nehri'nin pis sularıyla meydana gelmiş ve uzun yılların ardından sular çekildikçe tekrar beslenemediği için kurumuştu, şimdi ise yerlerini; dikenlere, Barr'ın henüz adını sanını bilmediği bitkilere bırakmıştı. Saatler ilerledikçe Barr'ın sadece üç dört adım ötesini görebildiği derecede yoğun bir sis belirdi. Barr adımlarına dikkat etme başladı, çünkü herhangi bir çukura basıp düşerek, mahsur kalmak veya ayağını keskin hatta zehirli şeylere batırarak sakatlamak istemiyordu. Böylesi ürkütücü ortamda tek başına saatler yaşadıkça ortama alışabileceğini düşündü. İşte tam o sırada adımlarına bakarak yürürken karşındaki koca kayayı görmeyerek, olduğu gibi ona çarptı. Anlamadığı bir şekilde ani tepkiyle:''Neden sadece iki tane gözüm var ki ? Hiç anlamıyorum!'' diye bağırdı, çevresi şu an sessiz olduğundan dolayıda bir süre kendi sesinin yankısını dinledi. Ansızın derinden bir ses işitti Barr.


''Ya hiç gözün olmasaydı ? Elindekilerin kıymetini bil, dikkatsizliğine suç bulmalısın burada. Ormanın bu bölgesinde sis olduğu apaçık ortada ve sen sürekli olarak adımlarını kontrol ettiğin için karşındaki devasa kayayı görmedin ve eminim bu kaya burada olmasaydı ötesindeki uçurumu  hiç fark etmeyecektin. Hemen yandaki dağı saymıyorum bile.'' Barr sesin sahibini görmek için sağa sola bakındı ama sisten dolayı birilerini görmek imkansızdı, zaten ses tek bir noktadan gelmiyor, bütün çevreden geliyordu.


''Kimsin ? Göster kendini ?'' dedi Barr. Karşısındaki ses hafif tıslayarak, yine aynı derinlikte:''Şu an bunun bir önemi yok, sadece beni dinle, aradığın şeyin ne olduğunu ve nerede olduğu biliyorum. Özgür iradenle bir seçim hakkın var. İstersen seni ona götürebilirim ama bunu sana hiçbir şekilde tavsiye etmem. Kürenin gücü tahmin ettiğinden kat ve kat fazla, onun değeri altın ve toprakla ölçülemez. Eğer küreyi doğru günde ve vakitte elinde tutarsan kendinde hayallerinden öte hislerin vuku bulduğuna şahit olursun ama sadece kendinde. Öte yandan ondan gözünü alamazsan, açlığınla birlikte onun içine hapsolur ve hiç peşini bırakmayacak felaketler zinciri peşini bırakmaz. Hem sadece seni etkilemez, sürekli etrafına yayılır. İşte benim tavsiyem, onu kendi hâlinde bırakman, çünkü az sonra üzerinde bulunduğun dünyanın kaderiyle oynayacaksın.''


''Önce kendini göster ki kiminle konuştuğumu göreyim, sözlerinin yalan olup olmadığını kestirebileyim. Hadi! Çık ortaya!'' Barr, yabancının kendisine saldırabileceği gerçeğini unutarak böylece bağırdı.


Karşısındaki kayanın sağ tarafından ayak sesleri iyice yaklaştı, kısa bir sürenin ardından Barr'ın sisten dolayı daha ileriyi göremediği bir sınırda durdu ve o sırada esen sert rüzgârla birlikte sis daha geri çekilmişti. Böylece sesin kaynağını görmüş oldu Barr.
Karşısında; hafif esmer ve yapılı, kendisinden yeterince uzun, oldukça yıpranmış kara zırhlara sahip bir adam vardı. Zırh takımının göğüslüğünde, etrafı güneşi andıran dalgalı çizgilerle birlikte çizilmiş çemberin ortasında kocaman bir göz vardı. Sağ kolundaki kolluğu muhtemelen pes etmek üzereydi. Kafasında ise gözlerini kapatan, üzerinde anlam veremediği semboller çizilmiş bordo renginde bir bez bağlanmıştı. 


"Gezinmek veya bir amaç uğruna ilerlemek için yanlış bir yolu tercih etmişsin, aslında gezinmek diyemeyiz zira Bresholnd tahmin edemeyeceğin kadar bilge, karanlık, yaşlı ve tehlikeli bir ormandır. Bu orman ki içerisinde adım atan, nefes tüketen her şeyden haberdardır ve belki senin duymaktan korkacağın bir şeyden bahsedeceğim; Bresholnd Ormanı'na rastgele giremezsin veya öylesine göz atmak için de gelemezsin. Buraya gelmenin asıl sebebi çağırılmandır, orman seni çağırır ve niçin olduğunu ondan ve senden başkası bilemez."


"Ben sadece rüyamda gördüğüm küre için buraya kadar geldim ya da senin söylediğin gibi..." bir an duraksadı Berr şimdi söyleyeceği kelimenin, hayatı boyunca bu kadar korkutucu geleceğini tahmin etmemişti."...çağırılıyorum lâkin bilmediğim bir nokta, hatta daha doğrusu benim niçin buraya geldiğimi bildiğimi sandığımın nedeni ki yine senin söylediğine göre, ormanın bizim için plânladığı bir şeyler var. Ve tekrar senin söylediğine göre düşünecek olursak bunu sadece o ve ben biliyorum. Şayet ikizim, onu arkada bırakmadan önce ormanın bize yaptığı plânı bilipte, bana söylemediğini düşünecek olursam bu konu hakkında bilgim olmadığını söyleyebilirim ama biliyorum ki öyle değil. O zaman bunu..." tekrar sustu Barr, Gözleri Olmayan Adam düşüncelerini okumuş gibi cümlesini tamamladı. "Ta ki vakti gelinceye kadar da bilemeyeceksin." 


İkisi bir süre öylece hiçbir şey söylemeden duraksadı, farklı düşünceler içerisine daldılar, ormanın onlar için plânlarının ne olabileceğini kurguladılar.
"Söylesene yabancı..." diyerek kısa süren sessizliği bozdu Barr, Gözü Olmayan Adam tarafından sözü kesildi. "Bu ormanda sadece yabancı olan ben değilim, herkes yabancıdır."
"Pekalâ o vakit, ismini bahşedersen birbirimize hitap etme şeklinde istediğimiz sonuca nail olabiliriz."
"Lemures, bana bu ismi vermişler kardeşlerim. Lâkin henüz Lemures evresini tamamlamadım, şu an için Lemur diye hitap etmeniz kâfi." 
"Kardeşler mi ?" Barr'in yüzü bu tekinsiz yerde dahi gülme ve şaşırma arasında kısa bir döngü yaşadı.
"Evet, hiçbirini görmedim, hepsi beni yaratırlarken ölmüş, aslen bir tanesi kaçmış o yüzden gözlerim yok, onun yerine hislerim kuvvetlidir."






Devam edecek...