Salı, Aralık 25, 2012

Yokluğun Maskesi

    Devasa camın önündeki masada, pek yüksek olmayan bir şekilde sesler yükselmeye başladı.

   "Senin varlığının bana güç verdiğini bugün daha iyi anladım." dedi adam, fincanındaki sıvıyı yudumlarken.
   "Nasıl bu karara vardın ? Onca zaman, gizliden gizliye beni istemediğini düşünüyordum." diye yanıt verdi diğer ses. Adamın sesinin yanında biraz cılız kalıyordu.
   "Bütün o geçen zamanlarda yanımda bir tek sen vardın. Sadece sen destekledin. Arkadaşlarım ve dostlarım... Herkes uzaklaşmıştı lâkin sen, olabildiğince yakındın." Adamın sesi biraz pişmanlıkla çıkıyordu, sanki teslim olmuş gibi.
   "Beni dinlemekte oldukça zorluk çektin. Seninle değilmişim gibi davrandın sürekli olarak. Sen beni dışlarken, ben seni benimsemiştim."
   "Evet, haklısın. Geçmişi boşver şimdi. Artık beraberiz, yalnızız."
   "Geçmiş. Hatırlıyor musun ¿ Lamina'yı severken yanıldığını söylemiştim. Doğal olarak karşı çıktın, sonra seni terk etmemi söyledin. Benim sana söylediğim gerçekler karşısında, onun yalanlarını seçmiştin. Süslü sözler insanların hoşuna gidiyor. Büyük bir çoğunluk öldüğünde bir şans verseler eğer, altın tabuta girmek ister. O zaman dah, açgözlüsünüz. Farkında değilsiniz. Hayır, cidden farkında değilsiniz. İnsanları değil, yaşattıkları duyguları seviyorsunuz."
   "Neden bana yardım etmeye çalışıyorsun ?" dedi adam hüzünlü bir sesle.
   "Çünkü, çünkü buna ihtiyacın var ve ben seni seçtim. Seni sen yapan şey benim. Kendine ait herşeyi kaybettiğinde, o gece ben kaldırdım seni. Seni ben ağlatıyorum, ben mutlu ediyorum, ben seviyorum, sürekli ben yanındayım, benimle birlikte gülüyorsun. Ben senim, sen de ben. Yalnızken nasıl mutlu olabileceğini ben öğrettim, hatırlasan ya! İnsanların zayıf noktalarını ben gösterdim, onları neden sevmemen gerektiğini de ben gösterdim, en azından düşünemeyenlerden, aklını kullanamayanlardan ve bunların hepsinin karşılığında sadece tek şey istiyorum; tamamen birlikte olmayı, benim için maskeyi takmalısın."
    Adam kendisine haz veren şehrin manzarasını bırakıp hemen arkasındaki dolaba yöneldi. Çekmeceyi açıp, maskeyi aldı. "Hadi, tak onu." dedi arkasındaki ses. Masaya ilerledi, piposundan çekti ve dumanlar havaya karışırken, "Teslimiyet." dedi ve maskeyi zarif hatlı yüzüne taktı.
    Acı bir his kollarından, ayaklarından vücuduna doğru yayılmaya başladı, dayanamayıp yere düştü ve kıvranmaya başladı. Yanıyordu; tüm damarları, kasları sonra organları. Bu acı dayanılmaz bir hâl aldığında elleriyle maskeyi çıkarmaya koyuldu lâkin maske yüzünde yoktu. Sanki yüzünde eriyip gitmişti. "Aynen öyle oldu." dedi arkadaki ses. "Maske yüzünle birleşti. İşte şu an tam olarak sen ben, ben sen olduk. Kalk hadi, acı geçecek şimdi, dışarıya bak, benim gibi göreceksin."
   Adam ayağa kalktı, acı geçmişti, dışarıya bakmak için cama doğru gitti. Dışarıya bakmadan önce konuştuğu şeyi görmek için odasına baktı, duvarlar simsiyahtı, birşeyler kol gibi yapışmıştı ve tam ortada o şey vardı. Kolların birleştiği yerde. İğrenç diye düşündü adam.
   Cama yöneldi ve aşağı baktı; insanlar yoktu. Odasındaki şeyler, hareket eden iskeletlere bağlanmış bir şekilde yürüyorlardı. Hepsi kapkaraydı. "Orada beyaza ait hiçbir şey yok." dedi odadaki şey.
   "Bir dakika, bir tane var, evet ama oldukça uzakta." diye karşılık verdi adam. Bunun üzerine odadaki şey gülümsedi ve şöyle dedi: "Evet... Oldukça uzakta."

Cuma, Aralık 21, 2012

Yıldızışığı ve Gölgeler / Drow Kızı


    Şimdi Liriel'in kendi soydaşlarının yaşantısına başkaldırıp Menzoberranzan'dan ayrılması çok hoş geliyor. Kitap sadece bu bakımdan bile benim için çok etkileyici. Bunun yanı sıra yeraltında sadece örümcek tanrıçaya taptıklarından dolayı, Yukarıdaki Gece (Yeryüzü)'de başka bir tanrının veya tanrıların var olduğu düşüncesi akıllarının ucundan dahi geçmiyor ta ki Liriel'in yeryüzü hevesi, maceraperestliği o ana kadar yaşadığı herşeyden üstün gelinceye kadar ve bunun ardından Fyodor ile yollarının kesişmesi ve Fyodor'un: "Yani bir böceğe mi tapıyorsunuz ?" diyerek dalga geçmesi, etkileyiciydi. -bu arada taptıkları tanrıça Lolth, kendisi -anladığınız gibi- örümcek- Birkaç sayfa önce Lolth hakkında oldukça etkileyici yazılan cümleler bir insan tarafından anında yerle bir ediliyor. Bu  çok çekici bir olgu. Bize mantıklı gelen şeylerin aslında başkaları tarafından ne kadar da saçma olduğunu gözler önüne seriyor.

    Sonra bir de Gromph etkeni var tabi. O nasıl bir büyücüdür arkadaş ? O nasıl bir asillik ? Liriel'i kendi çocuğu olarak yanına alır, henüz kız beş yaşındayken. Kendi kızı olup olmadığını hatırlamaz tabi. Menzoberranzan'da sadece anneler çocuklarını bilirler netice olarak. Büyük patron Gromph. Menzoberranzan'ın en kuvvetli evinin, ilk matronunun oğlu. Herkes korkar kendisinden. Matron kardeşleri dahi lâkin kimse belli etmez elbette.

    Neyse şimdi Yıldızışığı ve Gölgeler üç seri, ikinci kitaba geçiyorum bugün. Drow Kızı'nın konusu temel olarak şöyle; Liriel'in kendi yaşamından sıkılması, yukarıyı merak etmesi ve bu çalışmaları sırasında yollarının Fyodor ile kesişme ve ikisinin başına gelenleri anlatıyor. Rüzgâryolcusu isminde bir tılsımı bulup, ellerinde tutmaya çalışıyorlar. Herkes kendi çıkarı için istiyor elbette. Liriel'in düşüncesi drow büyüsünü, yeryüzüne taşımak keza drowların büyüleri sadece yeraltında işe yarıyor ve bu Rüzgâryolcusu tılsımı bir büyüyü istediği gibi taşıyabiliyor. Aslında tılsım Fyodor'un. O da kendisi için istiyor, halkı için. Sonra Menzoberranzan matronları, tüccarı falan var işin içinde. Fantastik öğeler bir süre sonra boka sarıyor harbi harbi, sıkıyor bildiğin ama okutuyor kendisini kitap. Tavsiye ederim. Şimdi ikincisine başlayacağım, (Tangled Webs)Karmakarışık Ağlar ismi. Haydi kalın sağlıcakla. 


Çarşamba, Aralık 19, 2012

Realty

"Gerçek çoğu zaman yalan kadar ilginç değildir," diye mırıldandı Matteo. Kiva gülümsedi."Bence de öyle. Gerçeğin aksine, yalanın bir mantığı olmalıdır. Yalan akla yatkın olmalı ve detayları düşünülmüş olmalıdır."

Cuma, Aralık 14, 2012

Kişi/ler

   Dün Mengüverdi'ye teşekkür etmem gerekiyordu esasen ama etmedim. Yoğun bir ilgi gösterdi Faesla'ya; tarihlerin geçişleri hakkında sorular sordu, kimin kim olduğunu ve ne işe yaradıklarını merak etti, haritaya ve diğer çizimlere göz gezdirdi, belki birçok şeyi bir anda anlattım ama güzeldi ya. Hafta içi bir ara minettarlığımı dile getirmem gerekiyor. İlgi gösteren ve sorular soran ilk kişi değil elbette lâkin bu kadar derinlemesine ilgilenen ilk kişi. Henüz benim de cevaplarını bilmediğim şeyleri sordu mesela. Dillere dahi ilgi gösterdi. Rahnar ağacı hakkındaki sorularını doğru düzgün yanıtlayamadım. Çünkü onun üzerinde gitmemiştim hiç, Antalya'da, bir ders arasında aklıma gelen bir düşünceden ibaretti. Eksik olduğumu hissettim. Öyle zaten de dışarıdan gelen bir etkiyle hissedince kötü oluyormuş.

Bu arada, cidden teşekkür ederim ilginden dolayı.

Çarşamba, Aralık 12, 2012

Mushroom

Altı üstü bir üniversitemin yurduna girmeye çalışıyorum lâkin Dallas gibi maşallah. Dışarıda donup kalınca alacaklar herhalde. Acilen yurtta barınabilecek öğrenci sayını arttırmalısın Hacettepe!

Pazar, Aralık 09, 2012

Manzaradaki Yansımalar


   Adam, her zaman yaptığı gibi, bulunduğu yerden uzaklaşmak için kulaklığını taktı ve karşısındaki garip şeyi umursamadan, düşünmeye başladı. Büyük ihtimalle az sonra uykuya dalacaktı.
   Burası çok kalabalık olan, uzun ve aynı zamanda geniş bir balkondu. Kalabalık açık havayı dahi sigara kokutmayı başarmıştı. Bu kalabalığın içerisinde tanıdığı hiçkimsenin olmadığını fark etti ve bunu dünya ile kıyasladı. Bir an bu düşüncenin garip ve alışılmadık şekilde saçma geldiğini fark etti lâkin kendisini durduramıyordu. Yine sürekli olduğu gibi umursamazca devam etti, kendisini durdurmak istemedi. Bu insanların her gün değişen fikirlere sahip olduklarını düşledi ve düşlediği bu fikirler doğru veya yanlıştı. Bu doğrular ve yanlışlar göreceli bir kavram, insandan insana değişiyordu. Özgür iradeye sahip olmamıza rağmen niçin büyük bir çoğunluk olarak yanlışa daha çok meyilliydik ? Neden kendimize dünyaya gerçekten güzel şeyler bırakmış insanları örnek almıyorduk ? Güzellik de göreceliydi evet, lâkin bir değerin gerçekliğinden bahsederken onun göreceliliği ortadan kalkıyordu aslında ama biz, insanoğlu bunun da farkında değildik. Kendi fikirlerimiz diye daima başkalarının fikirlerini savunduk, savunuyoruz da zaten, kendimizden uzaklaşıyorduk, kendimizden uzaklaşırken başkalarına yaklaşıyorduk. Onlarlaşıyorduk. Bunca farklı fikir gelecekte bir yerde kesişmeliydi birbiriyle. Eğer böyle olmasaydı, her farklı bir fikir için farklı bir evren yaratılmalıydı.



   Balkonda insanlar birbirlerine bakıyorlardı sürekli, aslında kendilerine bakıyorlardı. Fikirlere kadar inerek benzeşmişlerdi çünkü, sürekli aynı şekilde dönen, biçim değiştirmeyen bir küre gibi. Yörüngeleri içerisinde dönüyorlardı. Kendimiz olmayı nasıl başarabilirdik ? Sarmalın dışına çıkmaları gerekiyor ama becerdiklerini söyleyemiyorum. Döngünün kenarlarına çarpabilenler oluyordu lâkin kıramıyorlar, evet, kıramıyorlar. Kendilerine ne gerektiğini dahi bilmiyorlar! Nasıl mutlu olabileceklerini bilmiyorlar! Kimisi kenardan aşağı bakıyordu, insanları izliyoruz. Bunca benzerliğin içerisinde onlarda kendilerini görüp, değişmeye çalışmaktansa; kıyafetlerini değerlendiriyorlar, saç şeklinin ona gidip gitmediğine kafa yoruyorlar. Gölgeleri izlyorlardı aslında, kendi gölgelerini, hatta belki kendileri baktıkları kişilerin gölgeleriydi. Onlar... Onlar manzaradaki yansımaların yanılsamalarıydı. Yanılmış yansımalar... Büyük bir kalabalık az sonra düşecekleri uçurumun kenarından cehennemi izliyordu. Tıpkı şu an, balkondakilerin duvarın kenarından aşağıyı izlediği gibi. Burada değişen tek şey ise manzaraydı. Bütün bu belirsizliklerin içerisinde ise, kesin ve net olan tek şey ölümün kendisiydi. Köreliyoruz, köreltiliyoruz. Neden bu düzensizliği seçmişlerdi ? Neden kendilerine gerçekten iyi olan insanları örnek almıyorlar ? Tam bir irade hakimi değiliz elbette ama bu yolda ilerlemeliyiz. Anlayamıyorum, bir yerde kafam almıyor artık. Eksikleri tamamlamak zaman alıyor.



   Geçmiş olağanüstü derecede çekici gelirken, en kötü anısıyla dahi, bunun tersine geleceğin karanlık olması korkutucu bir his. İyilik ve kötülükten bahsederken, aynı zamanda görecelilikten bahsedebilir miyiz ? Hayır; aksine, iyilik ve kötülük, ölüm kadar kesin olan diğer değerlerdir. Buna göreceli demekle kişi ancak kensini kandırır. Yanlış manzaraların, yanlış yansımaları oluyoruz, olacağız ve hep olduk.

   Adam ansızın irkilerek uyandı. Bu sersemlikle uykuya dalmadan önce karşısında duran şeye baktı, hâlâ oradaydı. Hafifçe gülümsedi ve elinden tutup kaldırdı. Bu şeyin belirli bir şekli yoktu. Sürekli şekil değiştiren karanlık bir gölgeden ibaretti.

"Beni nereye götürüyorsun ?" diye sordu adam.
"Mutlu olabileceğin bir yere." Karanlık şey bu cevabı verirken sesi tıslama şeklindeydi.

   Çok uzun sayılmayacak bir vakit sonra durdular. Bir salondaydılar. Üstelik burası oldukça geniş ve uzun bir salondu. Uzun kolonlarla desteklenmişti. Kolonların üzerine adamın bilmediği bir dilde harfler ve bazı garip şekiller işlenmişti. Sağına baktı; devasa kaya bir zemin, kenarlarından kalın zincirlerle duvarlara tutturulmuş bir şekilde havada süzülüyordu. Aşağısı ise maviden derine gittikçe karanlığa gömülüyordu. Oraya baktığı sırada zihninde tüylerini ürperten bir çığlık duydu.



   Soluna baktı; sağlı soğlu ilerleyen bir düzlük vardı, sanki köprü gibiydi. Kenarları boşluğa bakıyordu çünkü, tıpkı sağındaki zincirlere tutturulmuş devasa kaya zemin gibi. Bu köprü biraz ilerledikten sonra ince ve yüksek bir sütunla son buluyordu. Adam sütunun önüne biraz daha dikkatle baktığında; bir kapı olduğunu fark etti, kapının önünde bekleyen başka insanlar vardı ve kapının üzerinde ise dışarıya çıkık bir baş. Bu baş insan başı gibi değildi, aksine biçimsizce şekillenmiş kehribar tonlarında taştan oluşmuştu, ayrıca üzerinde durduğu sütunu yukarılara kadar sarıp sarmalayan, sürekli hareket eden kuyruk benzeri şeylere sahipti. Altındaki insanlarla konuşuyor onları kapıdan içeri alıyordu. Arkasına baktı; bir süre boyunca hiçbir şey göremedi. Sonra soluk soluk, sarının koyu tonlarında ışıklar belirmeye başladı. Arttılar ve arttılar lâkin yine hiçbir şey yoktu.



  Son olarak önüne baktı; turunculara bürünmüş bir kadın vardı. Arkasında taşıdığı pelerini o kadar uzundu ki, bulundukları yerin tavanından sonsuzluğa uzanıyordu. Pelerininde sürekli beliren ve solan tanımadığı yüzler vardı. Devamlı değişiyorlardı. Kadın ellerini adama doğru uzattı, "Bundan sonra gideceğin yolu doğru seçmelisin. Diğer yolların hepsi kapalı, geriye dönüş yok veya ileriye gidiş. Hiçlikte yaşam yoktur. Rüyandaki manzarada gördüğün insanların yansımaları burada yaşarlar. Bu yansımalar gerçekliğe dokunabilir ve onu hissedebilirler lâkin bu yansımaların efendileri sahteliğin içerisinde o kadar derinde kaybolmuşlar ki neler yaptıklarının farkında değiller." dedi hüzünlü bir sesle. Gözleri adamı yarıp geçiyordu sanki, derinlere bakıyordu. Adam şaşkındı biraz, "Yani ben de bir yansıma mıyım ?" diye sordu.

"Kendini nasıl hissediyorsan, öylesindir. Hadi şimdi yolunu seç."

   Adam kendi etrafında iki kez döndü, uzun uzun bu dört bölgeye baktı. En sonunda sarının koyu tonlarının hâkim olduğu yere gitmek istediğine kara verdi. Birkaç adım attıktan sonra arkasına baktığında geride kalan bölgelerin yavaş yavaş silindiğine tanıklık etti. Hayâl gibiydiler artık, soluk ardından belli belirsiz. Uzaklaştıkça yok oldular.

Çarşamba, Aralık 05, 2012

Faesla

Kendime sorduğum önemli sorulardan birisi Faesla'nın şu an nerede olduğu aslında. Faesla şu an nerede ? Yedi-sekiz yıldır olduğu gibi başlangıçta. Gerek unutkanlık, gerek umursamazlık ki en büyük pay buna ait, gerekse takılıp kalma durumları zirveyi paylaşıyorlar lâkin artık üniversite zamanları başladığın için belirli yolları kat etmek gerekiyor. Kendime bunu anlatıyorum ama uyarlayamıyorum bir türlü, parça parça oluyor hepsi. Galiba doğru olan bunları doğru sırayla birleştirmek. Doğru zamanlama, doğru parçalar istediğim yere ulaşmamı büyük ihtimalle garantileyecekler. Tabi istikrarı unutmamak gerekiyor burada.

Gruplaşma

Ağzına sıçayım bu gruplaşmanın. Yerinde olması gerekiyor ama neredeeeeee.