Pazar, Aralık 09, 2012

Manzaradaki Yansımalar


   Adam, her zaman yaptığı gibi, bulunduğu yerden uzaklaşmak için kulaklığını taktı ve karşısındaki garip şeyi umursamadan, düşünmeye başladı. Büyük ihtimalle az sonra uykuya dalacaktı.
   Burası çok kalabalık olan, uzun ve aynı zamanda geniş bir balkondu. Kalabalık açık havayı dahi sigara kokutmayı başarmıştı. Bu kalabalığın içerisinde tanıdığı hiçkimsenin olmadığını fark etti ve bunu dünya ile kıyasladı. Bir an bu düşüncenin garip ve alışılmadık şekilde saçma geldiğini fark etti lâkin kendisini durduramıyordu. Yine sürekli olduğu gibi umursamazca devam etti, kendisini durdurmak istemedi. Bu insanların her gün değişen fikirlere sahip olduklarını düşledi ve düşlediği bu fikirler doğru veya yanlıştı. Bu doğrular ve yanlışlar göreceli bir kavram, insandan insana değişiyordu. Özgür iradeye sahip olmamıza rağmen niçin büyük bir çoğunluk olarak yanlışa daha çok meyilliydik ? Neden kendimize dünyaya gerçekten güzel şeyler bırakmış insanları örnek almıyorduk ? Güzellik de göreceliydi evet, lâkin bir değerin gerçekliğinden bahsederken onun göreceliliği ortadan kalkıyordu aslında ama biz, insanoğlu bunun da farkında değildik. Kendi fikirlerimiz diye daima başkalarının fikirlerini savunduk, savunuyoruz da zaten, kendimizden uzaklaşıyorduk, kendimizden uzaklaşırken başkalarına yaklaşıyorduk. Onlarlaşıyorduk. Bunca farklı fikir gelecekte bir yerde kesişmeliydi birbiriyle. Eğer böyle olmasaydı, her farklı bir fikir için farklı bir evren yaratılmalıydı.



   Balkonda insanlar birbirlerine bakıyorlardı sürekli, aslında kendilerine bakıyorlardı. Fikirlere kadar inerek benzeşmişlerdi çünkü, sürekli aynı şekilde dönen, biçim değiştirmeyen bir küre gibi. Yörüngeleri içerisinde dönüyorlardı. Kendimiz olmayı nasıl başarabilirdik ? Sarmalın dışına çıkmaları gerekiyor ama becerdiklerini söyleyemiyorum. Döngünün kenarlarına çarpabilenler oluyordu lâkin kıramıyorlar, evet, kıramıyorlar. Kendilerine ne gerektiğini dahi bilmiyorlar! Nasıl mutlu olabileceklerini bilmiyorlar! Kimisi kenardan aşağı bakıyordu, insanları izliyoruz. Bunca benzerliğin içerisinde onlarda kendilerini görüp, değişmeye çalışmaktansa; kıyafetlerini değerlendiriyorlar, saç şeklinin ona gidip gitmediğine kafa yoruyorlar. Gölgeleri izlyorlardı aslında, kendi gölgelerini, hatta belki kendileri baktıkları kişilerin gölgeleriydi. Onlar... Onlar manzaradaki yansımaların yanılsamalarıydı. Yanılmış yansımalar... Büyük bir kalabalık az sonra düşecekleri uçurumun kenarından cehennemi izliyordu. Tıpkı şu an, balkondakilerin duvarın kenarından aşağıyı izlediği gibi. Burada değişen tek şey ise manzaraydı. Bütün bu belirsizliklerin içerisinde ise, kesin ve net olan tek şey ölümün kendisiydi. Köreliyoruz, köreltiliyoruz. Neden bu düzensizliği seçmişlerdi ? Neden kendilerine gerçekten iyi olan insanları örnek almıyorlar ? Tam bir irade hakimi değiliz elbette ama bu yolda ilerlemeliyiz. Anlayamıyorum, bir yerde kafam almıyor artık. Eksikleri tamamlamak zaman alıyor.



   Geçmiş olağanüstü derecede çekici gelirken, en kötü anısıyla dahi, bunun tersine geleceğin karanlık olması korkutucu bir his. İyilik ve kötülükten bahsederken, aynı zamanda görecelilikten bahsedebilir miyiz ? Hayır; aksine, iyilik ve kötülük, ölüm kadar kesin olan diğer değerlerdir. Buna göreceli demekle kişi ancak kensini kandırır. Yanlış manzaraların, yanlış yansımaları oluyoruz, olacağız ve hep olduk.

   Adam ansızın irkilerek uyandı. Bu sersemlikle uykuya dalmadan önce karşısında duran şeye baktı, hâlâ oradaydı. Hafifçe gülümsedi ve elinden tutup kaldırdı. Bu şeyin belirli bir şekli yoktu. Sürekli şekil değiştiren karanlık bir gölgeden ibaretti.

"Beni nereye götürüyorsun ?" diye sordu adam.
"Mutlu olabileceğin bir yere." Karanlık şey bu cevabı verirken sesi tıslama şeklindeydi.

   Çok uzun sayılmayacak bir vakit sonra durdular. Bir salondaydılar. Üstelik burası oldukça geniş ve uzun bir salondu. Uzun kolonlarla desteklenmişti. Kolonların üzerine adamın bilmediği bir dilde harfler ve bazı garip şekiller işlenmişti. Sağına baktı; devasa kaya bir zemin, kenarlarından kalın zincirlerle duvarlara tutturulmuş bir şekilde havada süzülüyordu. Aşağısı ise maviden derine gittikçe karanlığa gömülüyordu. Oraya baktığı sırada zihninde tüylerini ürperten bir çığlık duydu.



   Soluna baktı; sağlı soğlu ilerleyen bir düzlük vardı, sanki köprü gibiydi. Kenarları boşluğa bakıyordu çünkü, tıpkı sağındaki zincirlere tutturulmuş devasa kaya zemin gibi. Bu köprü biraz ilerledikten sonra ince ve yüksek bir sütunla son buluyordu. Adam sütunun önüne biraz daha dikkatle baktığında; bir kapı olduğunu fark etti, kapının önünde bekleyen başka insanlar vardı ve kapının üzerinde ise dışarıya çıkık bir baş. Bu baş insan başı gibi değildi, aksine biçimsizce şekillenmiş kehribar tonlarında taştan oluşmuştu, ayrıca üzerinde durduğu sütunu yukarılara kadar sarıp sarmalayan, sürekli hareket eden kuyruk benzeri şeylere sahipti. Altındaki insanlarla konuşuyor onları kapıdan içeri alıyordu. Arkasına baktı; bir süre boyunca hiçbir şey göremedi. Sonra soluk soluk, sarının koyu tonlarında ışıklar belirmeye başladı. Arttılar ve arttılar lâkin yine hiçbir şey yoktu.



  Son olarak önüne baktı; turunculara bürünmüş bir kadın vardı. Arkasında taşıdığı pelerini o kadar uzundu ki, bulundukları yerin tavanından sonsuzluğa uzanıyordu. Pelerininde sürekli beliren ve solan tanımadığı yüzler vardı. Devamlı değişiyorlardı. Kadın ellerini adama doğru uzattı, "Bundan sonra gideceğin yolu doğru seçmelisin. Diğer yolların hepsi kapalı, geriye dönüş yok veya ileriye gidiş. Hiçlikte yaşam yoktur. Rüyandaki manzarada gördüğün insanların yansımaları burada yaşarlar. Bu yansımalar gerçekliğe dokunabilir ve onu hissedebilirler lâkin bu yansımaların efendileri sahteliğin içerisinde o kadar derinde kaybolmuşlar ki neler yaptıklarının farkında değiller." dedi hüzünlü bir sesle. Gözleri adamı yarıp geçiyordu sanki, derinlere bakıyordu. Adam şaşkındı biraz, "Yani ben de bir yansıma mıyım ?" diye sordu.

"Kendini nasıl hissediyorsan, öylesindir. Hadi şimdi yolunu seç."

   Adam kendi etrafında iki kez döndü, uzun uzun bu dört bölgeye baktı. En sonunda sarının koyu tonlarının hâkim olduğu yere gitmek istediğine kara verdi. Birkaç adım attıktan sonra arkasına baktığında geride kalan bölgelerin yavaş yavaş silindiğine tanıklık etti. Hayâl gibiydiler artık, soluk ardından belli belirsiz. Uzaklaştıkça yok oldular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder