Cumartesi, Haziran 30, 2012

Garipsiniz...

Garipsiniz abi çünkü; herkesin dinlediği müzikleri dinlemiyorsunuz, herkesin içtiği çaydan içmiyorsunuz, herkesin giydiği kıyafetlerden giymiyorsunuz, diğeriyle tvde izlenen aynı kanalları izlemiyorsunuz, herkesin gittiği lüks, pahalı yerlere gitmiyorsunuz, alın terinin kıymetini bildiğiniz için garipsiniz, kendinizi karanlıkta rahat hissettiğiniz için, kiminiz yakın mesafelerde çoğunun kullandığı araçlar yerine ayaklarınızı tercih ediyorsunuz, alkol almıyor ve sigara içmiyorsunuz, elinizde bulunan duyguların kıymetini; altından, paradan, gümüşten maldan-mülkten daha iyi bildiğinizden ötürü çok garipsiniz, basit bir telefon kullandığınız için garipsiniz, kafanızı yanınızdan geçen kızın kalçasına doğru çevirmediğiniz için garipsiniz, o kızın da ailesinin olduğunu ve bir birey olduğunu düşündüğünüz için garipsiniz, sahip olduğunu şeyleri paylaşmaktan haz aldığınız için de garipsiniz, arkadaşlarınızla toplanıp sürekli aynı şeyler üzerine tartışmalar döndüğünün yani bu kısır döngünün farkında olup onlarla daha az vakit geçirmek istediğiniz için garipsiniz, kendinize bir şeyler kattığınız için garipsiniz, fantastik edebiyat sevdiğiniz için garipsiniz siz, eğitimi eleştirdiğiniz için garipsiniz, başınızı eğmediğiniz için garipsiniz, gözünüz sürekli gökyüzünde olduğu için garipsiniz, oğlum varya siz, siz saçma sapan muhabbetlere girmediğiniz için garipsiniz, kız arkadaşınızla sinemaya gitmediğiniz için garipsiniz, sevgiyi algılayış biçiminiz Facebook'ta durum değiştirme olmadığı için garipsiniz, hikâye yazdığınız için çok çok garipsiniz, otobüste yaşlılığından ya da dışarıdan pek belli olmayan bir hastalığından dolayı doğru düzgün ayakta duramayıp her frende birisine çarpan adamla dalga geçmediğiniz için garipsiniz, hatta o adam için başkasından yer istediğinizden dolayı da garipsiniz, yer istediğiniz kızların ''Bu dolmuştan çabuk inmeliyiz, çok garip bir yolculuk geçirdik bu sefer.'' demelerine tepki gösterdiğiniz için garipsiniz, verdiğiniz paranın, verginin tam olarak nereye gittiğini  öğrenmek istediğiniz için garipsiniz, bir kıza arkadaş olarak sarıldığınız için garipsiniz, yine aynı şekilde o kıza cinsel bir haz değil de daha manevi duygular beslediğiniz için garipsiniz, magazini takip etmediğiniz için garipsiniz, doğum günü kutlamadığınız için garipsiniz, snickers yemediğiniz için garipsiniz, fanta gençlik festivaline gitmediğiniz için garipsiniz, mantıklı hareket ettiğiniz için garipsiniz, bir yıldır aynı ayakkabıyı, iyi koruduğunuzdan dolayı giydiğiniz için garipsiniz, çıkar ilişkisine göre hareket etmediğiniz için garipsiniz, basit şeylerle mutlu olduğunuz için de garipsiniz.


Niye böylesine garipsin ? Oğlum varya bu kadar gariplikle yaşanmaz, kendine bir çeki düzen ver. Git biraz ot ye, inek ol.

Garipliklere ekleme yapmak mı istiyorsunuz ? O zaman ersinmact@gmail.com'a garipliklerinizi gönderin, dünya ile paylaşalım.

Cuma, Haziran 29, 2012

Çıralı-Yanartaş

Rezerve edilmiştir, ölüp düşmezsek düzenlecek.
Ali'den fotoğrafları bir alabilsem, düzenleyeceğim ama alamadım henüz.

----------------------------------------------

Sonunda yahu. Dün gece aldım fotoğrafları.

----------------------------------------------

   Yahu şimdi Çıralı'da ne yaptık ki biz ? Unuttum galiba ya. Ufaktan başlayayım, sonrası gelir sanırım. Klasik, daha önce yaptığımız gibi otogarda buluştuk. -Öncelikle ben Gezginler'i kurduğum zaman bir anda bu kadar katılım olacağını tahmin etmemiştim, ufaktan insanlar duyar, çoğalırız diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Ne zaman ki Ali ile Phaselis'e gittik ve burada fotoğrafları ve yazıyı yayınladık işte o vakit beklenmedik tepkiler geldi. ''Vay, bizsiz mi gidiyorsunuz ?'' İşte efendime söyleyeyim: ''Bundan sonra bizde geleceğiz.'' vesaire tarzında. Evet, bir bakıma istediğim şey buydu ama hızlı oldu sanki. Bu hafta Olimpos'a gidiyoruz, yedi kişinin katılımı var, Olimpos'un adından mıdır nedir anlamadım gitti.- Neyse işte, tam hatırlayamadığım için hızlı geçeceğim.

   Çıralı'ya geldiğiniz vakit aşağı inmek zorundasınız, yani otobüsler sizi anayolda bırakıyor sadece, oradan aşağı giden dolmuşlara biniyorsunuz. Yani bildiğiniz soygunculuk. 15 lira civarında para harcıyorsunuz sırf sahile inmek için. Eh, paradan mükemmel kesimi plânladığımız için otostopa başvuruyoruz beş kişi. Tabi Ali'den yine -abi bırakın binelim, beş lira vereceğiz altı üstü, canımızdan önemli mi ?- nidaları yükseliyor. Hayatımda bu kadar para harcama heveslisi bir insan daha görmedim. Hemen işin kolayına kaçıyor. Bir de kalabalık olunca birisinin duracağına pek umudu yok takımın. Bende birilerinin elbet duracağını bildiğim için sürekli oyalıyorum onları. Biraz daha, biraz daha, biraz daha yürüyelim abi zaten onca yol yürüdük, yürürüz daha diye diye diye diye diye bir tane minibüs durduuuuu! Bu sabır varya, dünyanın en güzel şeylerinden bir tanesi. Duran minibüsteki abinin işi zaten oymuş halbuki, yukarıdan milleti toplayıp, sahile bırakıyormuş ama akşam mesaisi olmadığı için sağolsun yardım etti.

   Sonra işte, indik. Sahile yakın bir marketten almamız gerekenleri aldık. İlkbahar'da burada olduğum için, bir yerden de bana güveniyorlar. Nereye gideceğimizi, nereye çadır kuracağımızı, ateş yakıp yakamayacağımızı falan soruyorlar sürekli. Velhasıl baharda çadır kurduğumuz, Alman kankalarımızla:

Bahardan kalma...
toplanıp kahve içtiğimiz, iki çift lâf ettiğimiz mekâna çadırı kurduk. Çıralı'nın gecesi bambaşka! Arkadaşlar orada sahilde şezlongun üzerinde geçen mükemmel gecenin verdiği tatminlik duygusunu anlatamam. Gökyüzü gözlerinizin önüne yıldızlarıyla birlikte serilmiş. Hele onların kaymalarını izlemek, anlatamıyorum ya, gözünüzün alabildiğine yıldız. Muazzamdı.














Onur'un levitasyon denemeleri esnasında...















    Yanartaş'a çıktık ama pek numarası yok. Tabi öğle saatlerinde yaklaşık bir kilometrelik tırmanışın yorgunluğuyla tadı alamamış olabiliriz. Muhtemelen gece çok daha güzel oluyordur, manzara bakımından. Taşlar öylece yanıyor kendiliğinden. +4 Lira kesiliyor girişte. :D Paraları alan abiyle pazarlık sonucu iki kişiyi beleş geçirtmiştik. :D 

   Gece deniz sefamızı yaptık, öğlende bir iki kişi girdi, zevkliydi yani ya. Altın kural şu: -takım hâlinde gidildiği vakit- Muhakkak sözü baskın bir kişi olmak zorunda, insanoğlu yönlendirilmeyi seviyor. Eğer yoksa işler sarpa sarar, herkes kafasına göre ve kolaya kaçar. Ciddi anlamda sözü baskın insan gerekiyor.

   Buradan dönüşümüz üç otostopla oldu; ilki Çıralı'dan anayola çıkarken üç km yürüyüşün ardından bir BMC'ydi. dört kişiye -Ramazan öğlen gitmişti, o bakımdan dört kişi- duran olmuyor kolay kolay. Korku, küçüklük falan. BMC'nin önüne atlayıp abi senin kesin alman naralarını yankılattık orada. BMC'leri bilirsiniz arka kasa açıktır, geçtik arkaya orada da yaklaşık beş kişi vardı sanırım. İkisi otostopmuş, yolda bir otostopçu daha aldılar. :D Bu tarz tatillerde tadı damağınızda kalan anılar bunlar oluyor hep. Sonra bir tane Chevrolet Spark durdu. Ulan zaten araba minnacık, arkası iki kişilik, dört kişi kucak kucağa geçtik arabaya. Muhabbet güzel, sevgililer durmuştu. Gerçi kadının yaşı oldukça büyük gibiydi ama. :D Neyse işte dediğim muhabbet ilerledikçe bunlar açılıyor; efendime söyleyeyim, her gün Olimpos'a gelmelerimi dersiniz, kokain kullanmaları mı dersiniz, hepsini anlattılar. Arabayı kullanan çocuk sanırım dokuzdu, dokuz defa arkadaşlarının ehliyetini kaptırmış, ehliyetim yanımda değil, numarasını vereyim diyormuş sürekli. Arkadaşlarının ehliyetinin numarasını söylüyor falan. Zaten salladığı çok belli, bizde adam almış bari ayıp olmasın gülelim katılalım diye onaylıyoruz sürekli. :D Sonunda çevirmenin olduğu yere geldi, durdu, indik, ayrıldık onlardan. :D En sonuncusu kırk beş yaşında bir abiydi. Fiat'ın güzel bir modeli. Abinin muhabbeti de çok güzel, kendisi de çok güzel. Otostopçuların yanından önce geçerim, bir yüzlerine, giyinişlerine bakarım sonra dururum demişti. Siyaset, futbol, müzik lâf lâfı açtı, yahu bir de Kemer yolu üzerinde artık trafik olmaya başladı, iki-üç kilometre mi ne kuyruk oluyor. Tin tin tin tin ilerliyorsunuz.

   Diyeceğim o dur ki; bir yazının daha sonuna geldik, hepinize iyi günler. Adrasan yazısına geçeyim ben.

Son olarak gezgin arkadaşlarım; bu anıların kıymetini bilin, kişiliğiniz gerçekten etkileniyor, sürekli eleştirmekten vazgeçin. Gandalf'ın Frodo'ya dediği gibi:''Bu dünyada kötülüğün dışında hareket eden güçlerde var Frodo.'' Elbette birçok yanlışla karşılaşacağız, karşılaşıyoruz ama işte sabır bu yüzden önemli bir his. Bunun da kıymetini bilmek gerekiyor. Misal, Yanartaş'a çıkarken karşılaştığımız şirin bir ailenin küçük kızlarının fotoğrafını çekmiştim, az önce Murat Abi'ye-karşılaştığımız ailede baba oluyor tabi kendisi- bu fotoğrafları gönderdim. Çok çok teşekkür etti, minnettarlığını belirtti. Hoş işte.

Perşembe, Haziran 28, 2012

Phaselis - 2

   Bu kadar kısa aralıklarla ikinci sefer Phaselis maceramı yaşadım. Tabi ilki kadar aksiyon barındırmıyor bu. Daha sakin, daha rahat. Beş, altı saatliğine gittiğimiz bir gezi.

   Öncelikle şundan şikayetçiyim, ne yaparsak yapalım-kendi çevrem içerisinde-doğru düzgün plânlı olmuyor. Hep son güne kalıyor. Çata çuta karambole ayarlıyoruz her şeyi. Sabah uyandım-daha ne yapacağımızı, nerede buluşacağımızı doğru düzgün organize etmemiş bir şekildeyiz, toplamda dört kişi- şirkete gidip para alma maksadıyla yola koyuldum. Yolda düşünüyorum kendi kendime:''Abi şimdi hangisini arayacağım ben ? Nerede buluşacağız ? Nasıl olacak ?'' diye. Şirkete varmadan Yağmur'u aradım, Allah'tan çabuk uyandı.-ki önceki gün kaçta arayayım seni, haber vereyim diye sorduğumda 11 diyorum geç diyor, 10 diyorum geç diyor, 9 diyorum aslında o da geç diyor hanımefendi, saat beğendiremedim- O sıradada saat 9:20 civarı bir şey, zaten ben de geç uyanmışım. Konuştuk anlaştık; yarı yoldan gerisin geri dödün durağa, oradan Evren'i aradım ve o da uyanmıştı. Hiç beklemediğimiz bir performans göstererek hızlı bir şekilde hazırlandı. Bende duraktan atladım Doğu Garajı dolmuşuna gittim.

   Yaklaşık bir on beş - yirmi dakikalık bekleyişin ardından Evren geldi.-tabi o gelinceye kadar Doğa'yı uyandırma çabaları vardı. Uyanamamıştı ve Yağmur uzun bir süre rahatsız etti kendisini uyanması için- Bir kahvaltı yaptı, Yağmur geldi ve otogara geçtik. Doğa'yla orada buluştuk zaten. Otobüse atladık ve yola başladık. :D -bu sefer telefon falan düşürmediğim için çok şanslıyım.:D-

   Orası pahalı olduğu için; otogarda börek, sandviç falan almıştık. Bir kısmı otobüste bitti ya da hepsi. Phaselis'e vardığımız vakit, haftasonu Ali'yle geçen olaylı aşağı iniş maceramızı on milyonuncu kez diğer arkadaşlara hatırlattım tabi. :D Gişelere geldiğimiz vakit Evren abi bize bir kıyak geçseniz demişti, içeridekilerde bu sefer herkesin yaşını sormaya başladı-yine haftasonunda çıkarttığım kart sayesinde ücretsiz girebiliyordum- Yağmur ve Doğa'dan para almadılar. Garibim Evren sekiz lira çıkarttı, kendisi sormasına rağmen. :D

   Oradan'da gittik girdik işte denize, takıldık biraz. Mavi yengeç yakalamakla uğraştık baya bir süre. Hepsinin sonunda:
Antalya'ya dönüş, otostop yine ve dört kişi için Maybach Exelero değerinde bir minibüs. Bu kalabalığa duran olur mu diye düşünürken. 50 km boyunca yeterince loş ışıklı bir kasada iyi yol aldık...


Ne güzel lan, oldu bittiye getirdim bu yazıyı. :D

Cumartesi, Haziran 23, 2012

Sevgi

 21. yüzyıl gençlerinde yanlış olarak geliştiğini gözlemleyebileceğimiz bir diğer unsur, sevgi unsurudur. Basit bir kesit:


  Konu mankeni olarak bunu seçtim. Çevremizde bu duruma karıştığın vakit şöyler diyorlar: ''Abi adamlar öğrenecekler, çocuklar daha işte.'' Tamam, çocuklar diyorsun ama bir olur iki olur aynı durum. Bir olayı birkaç kez tecrübe ettikten sonra aynı şeyleri tekrarlarsan afedersin ama öküzsündür. Kız veya erkek arkadaş edindiğini bu kadar duyurmana gerek yok, en azından dediğim gibi, bir iki sefer hevesini aldıktan sonra gerek yok. Üstelik dedikleri şeyler; hayırlı olsun, mutluluklar... ve benzeri şeylerle dolu, sanırsın ev geçindirecekler anasını satayım. Bak muhabbete:

X-Kankimi üzersen, ben de seni üzerim, ona göre.
Y-Üzmem aklın bizde kalmasın, o da beni üzmesin, ona da söyle tamam mı ?
X-Tamam, sen merak etme, ben ona uygun bir dille anlatırım.

  Evet, bu 21. yüzyıl gençleri için sevgi demek sadece mutlu an demektir. Cinsellik demektir. Peki ya nedir gerçek sevgi ? Karşılıklı olarak sabretmek, mutsuz ve mutlu olmak, biraz kıskanmak, sana yapılan yanlışa karşılık olarak üzüntü duymak, bazen karşındaki insanın sana karşı umursamazlığını izlemek... Daha da arttırabilirim elbette, işte bu duyguların bütünüdür sevgi. Bunların hepsini biriktirirsin önce, sonra seversin. Özel hayat bu kadar göz önüne serilmez, düşünsene o zaman ne kıymeti kalıyor ? İnsanlarla sürekli paylaşıyorsun. Davetiyelerde yazar ya:''Bu mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten...'' diye. Sevmiyorum onları ya, o kadar insanın toplanması, onca kalabalık... Aralarında birbirlerini sevmeyen insanlar da oluyor elbette. Ne gerek var ki bunların hepsine ? Bir de insanoğlu duyguları yaşamayı sever, birbirini değil. Birisiyle birliktesindir, ayrılırsın ve bir ay, iki ay, belki iki yıl sonra yalnız olmayacağını düşünerek başkasına bakarsın. Çünkü sevilmeyi ve sevmeyi özlemişsindir, kaybettiğin insanı değil. Yeni ve farklı anılar oluşturursun.

 Toplu imha taktiklerinden bir tane üreteceğim. Hipnoza sokmam lâzım bazılarını. Mutlak doğrular değişir mi ? Hayır. Peki mutlak doğru kişinin kendi doğrusu mudur ? Hayır. Bu düşünceye sahip olmamız gerekiyor. Her gün yeni bilgiler edinebiliyorsak, asla zeki bir insan değilizdir. Dikkat edin kendinize, iyi günler.

Altı gün sonra gelen düzenleme:

Phaselis

Rezerve edilmiştir, haftaya düzenlenir, ölüp düşmezsek.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ölmediğimize göre düzenleyelim artık. Bir tür gezi güncesi olacak bu seferki. Başlayalım o halde.

   Cumartesi mesai bitiminin ardından Ali'nin yanına vardım, eh sadece ikimiz gidecektik. Eve girdiğimde dediği ilk şey, Nisan'da Olimpostayken, Yağmur'un dedikleri ile aynı oldu. Zarif şişkinlikteki çantama ne koyduğum.-kendi çantası biraz şişkin olunca, dikkatini çekti- ''Dur lan, çıkartacağım ne varsa.'' diyerek çantamı boşalttı. Ne koymuştuuum ? Ne koymuştuuuuuum ? Bir şort, bir tişört ve dershaneden kalma beş tane sözlük. Aaa, bir de defter; yazıp çizerim diye. Dur dur ayrıyetten küçük bir fener vardı, şimdi hatırladım. Son zamanlarda artan hafıza kaybı ve unutkanlıktan ötürü havlu almamışım. Gece bulamayınca, sabaha bırakayım arama işini diye ertelemiştim, kalmış. Neyse işte; yemek yeme çabaları, tuvalet ihtiyaçlarını giderme olaylarının ardından son kontrollerle birlikte çıktık. Durakta geçen yaklaşık yirmi dakikanın ardından otogar dolmuşuna binerek günübirlik seyahatin başlangıcı başladı-nasıl bir cümle oldu lan bu ? başlangıcı başladı-

  Erken gideceğiz diye seviniyoruz ama bir yerde şöyle bir sorun var, hiçbir şey plânlamadık. Efendime söyleyeyim; nerede kalacağız, ne yiyeceğiz, rotamız ne falan filan belli değil yani. Otogar dolmuşuna bindikten beş dakika sonra ben telefonumun yanımda olmadığını fark ettim.-ya da düştüğü- Aha evde unuttum abi ya, ne yapsak dönsek mi ? Yoksa devam etsek mi ? Bizimkilere haber veririz sıkıntı olmaz diye düşünüyordum lâkin dayanamayarak ve gerçekten ne olduğuna emin olmak için inip eve döndük, telefon orada da değildi. Sonra durağı ve durağa giderken sallanıp durmasına sinir olarak durdurduğum-belki düşmüş olabilir diye ve öyle bir şey olma ihtimalini bile vermediğimiz halde, bir umut işte-küçük çöp tenekesine baktık. Yine yoktu tabi. Yahu daha gitmeden aksiyona bağlamış durumdaydık. Tekrar durağa gidip, olan oldu, bakarız bir çaresine düşüncesiyle ikinci defa yola koyulduk. Bir akıllılık edip şoförle kendisinden önce dokuma-otogar arasında sefer yapan dolmuş, dolmuşlar hakkında tartışmaya daldık, sağolsun yardımcı da oldu, tekrar bulma umudu yeşermişken bunların diğer seferlerine çıkmadan önce bekledikleri semte gittik. Orada da uğraşların ardındaaaaaaaan telefona ulaştık; defalarca aramalarla telefonun kapanması mı dersiniz, onlarca şoförle konuşmamız mı dersiniz yoksa biz buralarda ararken telefonu bulan kadının Burçak'ı, Burçak'ın Yağmur'u, Yağmur'un annemi araması mı dersiniz hepsi bizi telefona daha da yaklaştırdı.-gerçi kapalı telefon nasıl yaklaştıracaksa- Gelen rahatlıkla birlikte, saatte baya ilerlemişti tabi bu geçen zaman içerisinde, otogara vararak Phaselis yolculuğuna başladık. Yediğimiz köftelerin lezzetinden bahsetmeyeyim. :D



*     *     *     *     *     *

  Anayol kavşağındayız, dolmuşun ışıklarının kaybolmasıyla birlikte; ilk sözler: ''Ersin! Ersiiiiiin! Burası çok karanlık lan! Oğlum ben buranın hiç böyle olacağını tahmin etmemiştim halbuki.'' Ali'nin ciddi ciddi karanlık fobisi var, aslında ormanlık alan ve bununla beraber garip garip hayvan sesleri. Hak veriyorum bir yerde. Yanımda getirdiğim ufak feneri çıkarttım, çevremizde dar alan olmadığından ötürü elimdeki fener yetersiz kalıyordu, adam gibi bir tek bir buçuk, iki metre ötemizi görebiliyorduk. Arada heyecanını ve korkusunu: ''Oğlum ya ayılar, kurtlar saldırırsa ? O zaman ne yapacağız ?'' diyerek belirtiyor ve cidden saldırırlarsa diye-onu da geçtim, gerçekten ayıların orada bulunabileceğini düşünüyordu- diye koruma amaçlı ''fotoğraf makinesinin tripodunu'' çıkardı. Şöyle düşünün şimdi, bir elinde yetersiz de olsa fener bulunan bir çocuk-hatta bir süre sonra hem fener hem de uzun bir sopa. en azından benim elimde sopa olmasının sebebi ayı, kurt saldırısı değil, ortam o kadar karanlıklı ki hani arabasını sağda solda bırakmış sarhoş, hırsız ve benzeri insanlara karşı koymak için- diğeride; bir eli benim koluma girmiş, bir eli tripodu savunma pozisyonunda tutan bir çocuk aksiyon halinde nereye varacağını bilmeden yürüyor. O yoldaki o anları ilk safha olarak değerlendirirsem, ikinci safha şöyle başlıyor; yaklaşık on beş dakikalık  yürüyüşün ardından ilk ışığımızı görüyoruz. Ya harbiden film veya oyun senaryosunda gibi anlardı. :D Işığa vardığımız yer normalde, gündüzleri içeriye girmek isteyenlerden ücret kestikleri kulube tarzı yerdi. Kimse var mı diye seslendiğimiz zaman bize cevabı bir güzel orman verdi.

  Oradan bir şeyler çıkmayınca-Ali'nin onca korkusuna rağmen gösterdiği dayanıklılığa saygı duyuyorum- daha fazla aşağı inmeye başladık. Yaklaşık on dakika sonra bu sefer benim de korktuğum bir ses geldi. :D Sağ tarafımızdan. Sanki takip ediliyormuşuz gibi adım sesleri gelip geçti. Feneri Ali'ye verip bulduğum küçük ama sert sopalardan üç-beş defa fırlattım. Yanıt alamayınca-kabul ediyorum garip oldu, sanki füzeyle dönüş yapacaklar bize doğru- ''Neyse madem, hadi geri gidelim.'' diyerek, ben de vazgeçtim ilerlemekten. O kadar aşağı inmişiz, şimdi aynı yolu geri gidiyoruz. Daha rahat bir şekilde yukarı çıktık lâkin bu sefer asıl zor kısmı bizi bekliyordu. Ya şimdi ne yapacağız ? Hatta kavşakta inmeden önce şoför: ''İsterseniz sizi Tekirova'da indireyim, korkarsınız belki burada. Bu saatte kimse yoktur.'' diye öngörüde bulunmuştu. Cevap burada saklıymış halbuki, Yarın sabahtan buraya geliriz, Tekirova'ya gidelim madem dedik. Peki ya nasıl ? Yarım saat otostop çabaları oldu, tabi gecenin o saatinde insanlar durma yanlısı olmuyor. Birileri kararsız kalmıştı bir ara ama durmadı gitti. Ardından Tekirova dolmuşu imdadımıza yetişti, yine yolculuk başladı.



  Tekirova'ya geldiğimiz zaman ilk iş sahili aramak oldu, onu da sora sora hallettik zaten. Diyorlar ya, sora sora Bağdat bulunur diye işte onu tecrübe ettikten sonra inanıyorsunuz. 
Sahilde geçen gecenin ardından ki bu gece içerisinde Ali hiç uyuyamadığından şikayetçiydi, bana gelince baya iyi uyudum. Taş üstünde yattık ama iyiydi. Sabaha karşı, deniz meltemi olduğu için hafif soğuk geçti, iki büklüm olduk hatta bir ara Ali altına serdiği havlusunu falan üstüne aldı. Neyse, sabah kalktık Phaselis'e doğru yürümeye başladık, fotoğraflar çektik, işte birkaçı:
Tekirova sahili 







 Yemeğe veriyorlar bunları.
 Taş-toprak, yastık olarak çantanın ardından gerçekleriyle buluşmak huzur verici oluyor.










  Yaklaşık bir üç kilometrelik zevkli ve eğlenceli yürüyüşüle birlikte, geceki hâline hiç benzemeyen; çok sevecen, sakin, gel beni gez hoşluğuyla bizi karşıladı bu sefer. Aşağıya indik, giriş için sekiz lira tabi. Bu arada Ali'de müzekart vardı, yani bu kartınız varsa Türkiye'deki her müzeye, tarihi mekâna-devletin izin verdiği tabi- bedava giriş yapabiliyorsunuz. Birde ben çıkarttırdım. Aynı olayı Olimpos'ta yaşamıştık çünkü, oradada önerdiler alın diye, tekrar ne zaman uğrayacağız ki diyerek almamıştık. Demek ki neymiş, bu tarz fırsatları kaçırmayacaksınmış. Elbette işe yarıyormuş.

  Sahile indiğimiz zaman pek kalabalık değildi, keza sabahın erken saatleriydi. Biraz yürüyüşün ardından çevreyi keşfe çıktık. Burası da Phaselis:















Pek umduğumuz gibi değildi mi diyeyim, ne diyeyim bilmiyorum ama buraya kadar olanlar sanki daha güzeldi. Sonrasında da Phaselis-Antalya arasın bize üç otostopa mâl oldu. İyiydi ya. Öyle işte.

Bonus: