Cuma, Temmuz 27, 2012

Tercihler

Yahu bu tercih dönemi, sonuçları beklemekten daha sıkıntılıymış. Rehber öğretmen gibi hissediyorum kendimi. :D Şöyle bir sıralama yaptım:


Perşembe, Temmuz 12, 2012

Olimpos-Çıralı

Rezerve edilmiştir, ölüp düşmezsek düzenlenecek.


---------------------------------
   Olimpos'un isminden başka bir boku yok.-afedersiniz- Kalabalık olmamız çok iyi oldu, istediğim gibi diyebilirim-yedi kişiydik-. Böyle ortamlarda tartışmalar kaçınılmaz elbette. Diyeceğim şu ki, bir insan kesinlikle umutsuz ve yaptığı işte inançsız olmamalı. Olimpos kesinlikle lanet ve iğrenç bir mekân. Birçok uçkuruna düşkün beyinsizin toplanıp, vakit öldürdüğü pis bir yer. Mordor gibi; orada soluduğunuz hava, bastığınız toprak pistir, sizi dibe çeker. Kesinlikle sezon açılmadan görülmesi gerekilen bir yer. İlkbaharda geçirdiğim iki günü, geçirdiğim bir haftasonuna yeğlerim.

Otostopun bizi çekmesi durumu;
Bu durumla Olimpos'tan ayrılırken karşılaştık. Mert, Ayberk ve ben. Henüz otostop için plânladığım yere varmamıştık ki yol üzerinde kırmızı bir Mazda bilmem ne durdu ve gençler gelin bırakalım yukarı kadar falan dediler sanırım. Bir karı-koca. Adrasan'dan geliyorlarmış, yer-yurt bilmeyince kafalarına göre takılmışlar hep. Sağolsunlar taaaa Çıralı sahiline kadar bıraktılar. Çıralı'ya sırf mükemmel gecesini göstermek için getirmiştim Ayberk'i ve Mert'i. Umarım sevmişlerdir. Dört tane yıldız kaydırdık tabi. Şezlonga uzanıp hafif ateş ışığıyla birlikte gökyüzünü izlemek o kadar güzel ki... Yani orada geçen bir dakikayı birçok şeye tercih edeceğinize adım gibi eminim.-tabi halâ bunlardan tat alabiliyorsanız-

    Ne anlatacağımı bilmiyorum açıkçası. Fotoğrafları koyayım;

Güneşin doğmasıyla doğan caretta carettalar












Çarşamba, Temmuz 11, 2012

Seyyahbendar

Seyyahbendar der ki: ''Bütün dünya emrimde olsa dahi, yetmez!'' Sözünün ardındaki sırrı keşfetmişti Seyyahbendar; insanların bitip tükenmez kibre ve hırsa sahip olduklarını biliyordu. Asla yetinmeyeceklerini, her zaman daha fazla diyeceklerini biliyordu ama dünyada bunların aksine davranan tek bir kişi varsa, onu bulmaya yemin etmişti ve bulacaktı da.

---------------------------------------------------------------------------------
   Seyyahbendar, Faesla'nın kuzeyinde hüküm süren bir kraldı. O kral ki; yaşayabileceği her şeyi yaşamış, tadabileceği her şeyi tatmış, duyabileceği her sesi duymuş, bütün hastalıkları yaşamış ve bunların hepsinin ardından sıkılarak yeni bir şeyler arama çabasına girişmişitir. Yıllar boyunca krallığına kendisine farklı şeyler sunabilecek insanları kabul etmiş, eğer yeni bir şeyler yaşayamıyorsa bunların kafalarını vurdurmuştur. Bu şekilde yüzlerce, binlerce insanın hayatı sona ermiş, ta ki yürümekte ve konuşmakta zorluk çeken bir bunağın gelip: ''Faesla'yı fethetmelisiniz.'' demesine kadar. 

Cumartesi, Temmuz 07, 2012

Adrasan

Rezerve edilmiştir, ölüp düşmezsek düzenlenecek.
----------------------------------------------------------------------------

   Bu 3. Hafta / Adarasan gezisi varya, en iyisiydi, kesinlikle en iyisiydi. Bunda yolculuğumuzda tanıştığımız insanların etkisi çok fazla. Uğur Abi ve bir önceki hafta Çıralı gezimizde dolmuşta yine beraber gittiğimiz Kerem. Dünya küçük abi, küçük valla. :D

  Yine mesai saatlerinin ardından Otogar kombinasyonu ile buluştuk-tabi o arada ben giderken otobüste Enes'le karşılaşıyorum, nereye gidiyorsun, nerede kamp kuruyorsunuz falan derken o da bu dinlenme haftasında düzenleyeceğimiz Olimpos gezisine gelmek istedi. Bu sefer çadır falan yok, ağaç evleriyle ünlü ya orası, orada kalacağız.- Bir önceki paragrafta dediğim gibi, dünya küçük yani. :D Ali, Kerem'i gördü-o dakikalarda ismini bilmiyoruz, sadece geçen haftaki çocuk değil mi abi bu diye konuştuk- ve gidelim tanışalım abi dedi. Zaten o da istekliymiş, hemen birbirimizi çektik.Muhabbeti kurduk. Onur'u bekliyoruz ve o da Side'den gelecekti, son anda. Ali ikna etmiş.

   Onur da geldi işte, atladık dolmuşa, yaklaşık bir saat kırk beş dakika olması gerekiyordu ama iki saati aşan bir süre içerisinde vardık. Oyalana oyalana, hep o Ahmet yüzünden. Aman efendim neymiş, Migros'un orada bir bayan binecekmiş, ne oldu sonra ? O bayan binmediiii! Yani boşuna bekledik. Tabi bunlara göz yumuyoruz, peki ya niçin ? İşte şu beyazlı adam sayesinde: 

Tanıştırayım: Uğur Abi
   Bu adam ki; nasıl gideceğimizi bilmediğimizi bildiği için indiğimiz vakit beş-on dakika aralıklarla arayarak yolu buldunuz mu Ersin ? Araç bulabildiniz mi ? Nasıl iniyorsunuz ? Gibi sorularla sürekli destek oldu. Bu adam ki; dolmuşun içerisinde -elbette + olarak anlatmıyorum, sadece muhabbeti ve yardımseverliği- Onur'a rakı açtı, tavuklarını çıkartıp, şimdi sizin yiyecek bir şeyiniz de yoktur, isterseniz vereyim dedi.

  Vallahi Uğur Abi, Gezginler olarak seni kutluyoruz, yardımlarından dolayı minnet duyuyoruz. Çok çok teşekkürler. Bir de Ahmet muhabbetin vardı ki süper. Şöyle demişti: ''Birçok insanın istediği hayat tarzına sahipsiniz, takdir ediyorum ve bunun değerini bilin.'' O anda bu sözün değerinin farkında olamıyor insan, dolmuştan inip toplu halde konuşma, günün değerlendirmesini yaptığımız vakit anlıyoruz. 

   Adrasan'a geldiğimiz zaman tıpkı Çıralı'da olduğu gibi anayolda iniyoruz, yine aynı şekilde yolu bilmiyoruz tabi. Orada polislere falan soruyoruz aşağı bırakırlar mı diye ama ticari olsaydı bırakırdık gibi şeyler söylediler. Sonrasında başladık yürümeye. Domuz, yılan, akrep korkusu mu dersiniz, sağdan soldan gelen ayak sesleri mi dersiniz, yol kenarında kurulmuş ufak bir marketin kimsesiz olması mı dersiniz, mezarlıktan geçmemiz mi dersiniz, işte hepsi aksiyonu tavan yaptırdı. Üç buçuk kilometre boyunca aşağı yürüdük. Gecenin bir vakti olunca kimse durmuyordu zaten. Yine eninde sonunda duran olacağı için yürüdük babam yürüdük ta ki arka koltukları yağ kutuları ve kabaklarla dolu bir otomobil duruncaya kadar. Üç kişi iki büklüm bindik arabaya, öğreniyoruz ki, indiğimiz yerden aşağı sahile yol on iki kilometreymiş. Sağolsunlar sahilin orada bir markette bıraktılar. Anaaa, şeyi yazmayı unuttum; çadırı unuttuk ya. Minibüste çadırı unuttuk! Zaten aramızda daha önce kimse gitmedi oraya, nerede konaklayacağımızı bilmiyoruz, iyice boka sardı yani. Aşağı yürürken Kerem aramıştı daha minibüste geçirdiğimi iki saatlik muhabbetimiz var, çocuk ne dese beğenirsiniz ? ''Abi ben size çadırı getiririm.'' Aynen böyle söyledi ve gece biz sahilde nerede kalabileceğimizi İsveçli turistlerden öğrendikten sonra-ki çadırımızı unuttuğumuzu söyleyince güzelce bir güldüler, eh haklı olarak tabi, insan evini unutur mu ? Unutuyor işte.- çadırı getirdi. Bildiğin çocuk çadırı getirdi yahu! Bu yüzden diyorum işte, sürekli bir şeylere şikayet etmemek gerekiyor diye. Çözüm değil çünkü, onun yerine daha fazla insanla tanışıp anlaşmak gerekiyor. Bu sefer gökyüzü Çıralı gibi değildi, çadırı beklerken ki süre zarfı boyunca onu izlemiştim. Fotoğraflara geçeyim:























Arkadaki dağın zirvesine tırmanmayı denemiştim, öyle ki zirveye yaklaşık on metre kalınca bulunduğum bölgeden teçhizatsız tırmanmak imkansız bir hale geldi, bıraktım bende.










Zirve yollarında dinlenme molası.

Kartpostal gibi olmuş bu.













Adrasan Kalesi kalıntıları.


Her yerde bir dost buluyoruz. Bu market sahibi abi de köy yemeği teklif etmişti.


Bu ufaklık Efe. Şirin.


Kemer'de mola vermiştik.


Bu sefer Onur'un iş arkadaşları geldi Adrasan'a, onlarla birlikte döndük. Otostop macerası falan yok yani! Hadi iyi günler Gezginler!