Pazar, Ekim 25, 2015

Beklenmeyen


"Ahahhah ahah... Yapma lütfen, gülmekten öldüreceksin beni Seyyah." dedi, masanın en solundaki adam. O kadar çok gülmüştü ki, oturduğu sandalye iki ayak üzerine çıktı.

"İşte, evet, işte ben de bunu söylüyorum sizlere. Düşünsenize; böylesine mutlu olup gülebilirken niçin ölesiniz ki ? Beyler, anlamanızı beklemiyorum ki, sizler öleceksiniz lâkin ben, ben ölmeyeceğim. Ölüm anlamsız, çukur, boş bir oda. Neden öleyim ki ? Yaşanacak bir sürü duygu var, konuşacak düzinelerce konu , birlikte olunacak bir sürü kadın var. Şimdi söyleyin, ha, neden öleyim ?"

Adam bunları anlatırken hiç gülmüyordu esasen. Arkadaşlarını sırf bunu konuşmak için, Kanatlı Balık Hanı'na çağırmıştı. Onlar onu dalgaya almaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ölümün konuşulduğu masaya uzak bir yerde, ateşi tüm dünyayı aydınlatacak gibi gürleyen şöminenin karşısında iki adam konuşuyorlardı. Sessizce.

"Bence bu kadar düşünme, daha geçen gün bir tanesi daha ölmeyeceğini iddia ediyordu. Ne zaman ölmüştü ? Anlattıktan hemen sonra mı ?" dedi, kısa olan.

X X X

"...Ben ölümü gördüm, hatta birçok ölümü gördüm. Bir keresinde; arsızlağa, soysuzluğa ve şerefsizliğe batmış bir köyün tek gecede eridiğine tanıklık ettim. Yaşlılar, kadınlar, çocuklar... Hepsi erimişti. Çok saçma bir sebepti üstelik. Sanırım onu da anlatabilirim. Günün birinde; ticarete gittiğim güney köylerinden birisine garip bir adam geldi. Her yıl giderdim oraya ve halkını az çok tanırdım ama bu adam farklıydı, bir yabancı ve yerli halk yabancıları sevmezdi, bunu da sevmediler. İşte bu adam meydana geçti ve birden o gece tüm köyün yok alacağını söyledi. Dünyaya bu kadar zarar verdiklerinin yeterli olduğunu bağırdı. Etrafında toplanan, köyde sözü geçen insanlar, onu köyün kralına götürdüler. Kral ölüm hükmü verdi ve yabancının kellesini uçurdular ve kafasını meydana astılar. Sonra gece oldu ve ne oldu biliyor musunuz ? Bütün evler, ahırlar, insanlar... Eridiler. Her şey eridi, ta ki geriye sadece kral kalana kadar. Kralın vücudu donmuştu. Benzi soluk ve gözleri düşmüş, çaresizlik içerisinde. Sonra insanların boğulduklarını, yandıklarını gördüm. Ben ölümü gördüm. Bir anlamı yok ve ben ölmeyeceğim. Her şeyin bir ilki vardır. Talih bana gülebilir." dedi, Seyyahbendar, bardağını yudumlayıp arkasına yaslanırken.

"Seyyah, sen sadece bir aptalsın, üstelik güney toprakları ıssızdır, en ufak bir yerleşim yeri bile olma ihtimali yok. Ve dostum ölüm herkesi bulur, istisnasız."

"Evet istisnasız ve ansızın." dedi diğeri.

"Evet ansızın ve hiç olmadık bir zamanda." dedi bir diğeri de.

"En ufak bir yararı olmayan olayın gerçekleşmesini istemeyiz değil mi ? İşte dostlarım ölüm de böyle. Kimsenin ölmeye ihtiyacı yoktur."

X X X

Şöminenin önünde bir hareketlilik vardı. Daha kısa olan uzun olana bakıp şöyle dedi, ayağa kalkarak:"Ben, onu yakından dinlemeyi gerçekten istiyorum."

Daha uzun olan arkasını dönüp uzaklaşırken: "Ben, bunu söylemeni bekliyordum." diyerek çıktı.
Kısa olan şömineden uzaklaşarak masaya yaklaştı ve Seyyahbendar'ın yanına gelip sohbete dahil oldu.

"Ölüm hakkında söylediklerinizi işittim ve doğrusu neden ölmek istemediğinizi merak ettim." dedi, hafifçe gülümseyerek.

Seyyahbendar kısa adama dönerek: "Ah, evet, çünkü benim için anlamı olmayan bir şeyi istemem. Bu dünya, bu zaman yeterince geniş ve anlamam gerekiyor." diye cevap verdi.

"O zaman ölümü biliyor olmalısınız. Gereksizliğinden çok eminsiniz. Bakın ne yapalım, sizinle tekrar Kanatlı Balık Hanı'nda buluşalım lâkin iki yüz yıl sonra."

Kısa adam masaya selam vererek handan dışarı çıktı. Masadakiler Seyyahbendar'a dönüp dalga geçmeye devam ettiler.

"Ahahah ha... Seyyah, iki yüz yıl sonra demek ha ? Ahahahha! Dostum, bugün sayende çok güldük."

"Biz de zaten altı asırdır bu anı bekliyoruz. Ahahahahahah!"

"Mezarından kalkar gelirsin artık dostum. Ehehehehhe!"

Seyyahbendar hiç tepki vermeden adamın arkasından seslendi:"Sen onları takma, bana karşı hep böyleler iki asır sonra görüşürüz. O sefer kendini tanıtma şerefine de nail olabilirim belki. Unutma! İki asır sonra."

"Ohahah hahhah ha. Seyyah, bugünlük bu kadar yeter lütfen. Gülmekten öldüreceksin şimdi."

X X X X X X X X

***iki yüz yıl sonra***

"Evet, hanın ismi değişti doğal olarak. İnanabiliyor musun ? Son bir asır içerisinde tam yirmi defa el değiştirdi bu han. Üç kez de ismi değişti. En sonunda ise Beyaz Miyostun Hanı yapıldı. Bana kalırsa hoş bir isim ama kimse miyostunun gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyor. Sahibinin anlattığına ise inanılmıyor. Dediğine göre bugüne kadar hiç görülmediğini düşündüğü bir kuşun adıymış. Üstelik bu ismi ona kuş söylemiş. İnanabiliyor musun ? Konuşan bir kuş!"
Seyyahbendar, karşısındaki adama bunları anlatırken yanlarından geçen kızdan da iki içki istemeyi ihmal etmedi, kendisinin ısmarlayacağını da söyledi. O sırada yabancı Seyyahbendar'ın neden gerçekten ölmediğini merak ediyordu.
"Evet," dedi yabancı, "...daha kötülerini de görmüştüm."
"Sana son asır aklımda dolanan tek düşünceyi söyleyeyim mi ? Neden ölmediğimi merak ediyorum. Eskiden bir söz duymuştum. Bir şeyi ne kadar çok dile getirirsek, gerçekleşme ihtimali de o kadar artarmış." dedi Seyyahbendar, kızın az önce getirdiği soğuk biradan yudumlarken.
"Bana sorarsan, ki soracaksın, bu konu söylediğin şeye ne kadar inandığına bağlı." Yabancı da birasından birkaç yudum aldı. "Sen," diye devam etti, "...kusursuz bir inançla bunu söyledin, çok büyük ihtimalle lâkin aynı zamanda Ölüm'ün kimseye tolerans göstermediğine adım gibi eminim. Talihli bir insansın."
"Veya ne istediğini bilen bir insanım. Şu sıralar pek bilemesem de. Bak geçen yüz yılda neredeyse beni bir tür şeytan ilan edeceklerdi, bir kısmı büyücü diye de tutturmuştu. Kara bir büyücü ama sadece ne istediğini bilen bir insanım." dedi Seyyahbendar.
"Peki ellerinden nasıl kurtuldun ?"
"Ahahhhahh... Tabi ki kara bir büyücü olduğumu söyleyerek. Eğer beni öldürselerdi, lanetim ile soylarını çürütüp onları yerle bir edecektim sözde. Oahahhhahhahh hahha... Yüzlerindeki ifadeyi görmeliydin. Sonra ise birçok savaşa katıldım. Kimin için savaştığımı bile bilmiyordum kimi zaman. Bir keresinde bütün savaşlarından galip gelmesini bana bağlayan bir kral ile arkadaş olmuştuk. Bana akıl almaz hazinesinden bağışta bulundu. Adam ellerimde ölürken, yıllar geçmesine rağmen ilk karşılaşmamızdaki kadar genç göründüğümü söyledi. Karısı beni kıskanırdı, eşinin erkeklerle birlikte olduğunu düşünüyordu. Aptal kadın, krallığı yönetemeyip çökertti."
"Ölüm hakkında düşüncelerin hâlâ aynı mı ? Bu arada hareketli iki asır olmuş." dedi yabancı iki bira daha isteyerek.
"Elbette aynı. Yaşanacak daha çok şey var. Daha iyi anlıyorum biliyor musun ? Zaman geçtikçe, yaşadıklarımın ne kadar az olduğunu ve yaşayacaklarımın sonunun görünmediğini. Neden ölmek isteyeyim ki ? Ha ? Neden ?"
"Demek hâlâ aynısın, o zaman bir asır sonra görüşmek üzere ben gidiyorum. Yapılacak çok işim var." dedi yabancı ve vedalaştılar.
X X X X X

***yüz yıl sonra***


"Düşünsene yüzyıllardır burada seninle buluşuyoruz ve kimsenin bundan haberi bile yok! Bu duygu beni kendisine oldukça çekmeye başladı." Seyyah'ın saçında beyazların olduğunu gördü ansızın yabancı, daha önceki yüzyıllarda ya farkında olmamıştı bu kadar ya da yoktu. Önemsemeden Seyyahbendar'ı dinlemeye devam etti. "Sence," dedi Seyyah, "Neden ölmüyorum yabancı ? Neden ben ölmüyorum ? Neden etrafımdaki, değer verdiğim veya vermediğim insanların hepsinin yok oluşlarını görmek zorundayım ? Bak sana bir sır vereceğim, artık duygusuz bir insan olmaya başladım, eskiden insanları önemserdim, anlarsın ya, onları dinlerdim lâkin artık gördüğüm onca şeyden sonra, yaşadığım onca duygudan sonra; bunların beni hayattan nasıl soğuttuklarına tanıklık ettim. Anladım ki, ne kadar çok şey yaşarsan o kadar çok duygusuz bir insan olmaya başlıyorsun çünkü başka bir insanla arandaki paylaşımların çoğu duygular üzerine kurulu ve ben başka insanların yaşayacağı duyguların hepsini yaşadım sanırım, hepsini yabancı. Artık tat alamıyorum, Bu dünyanın neredeyse her toprağında ayak izi bıraktım, her suyundan tattım, savaşlara girdim, bir sürü aile kurdum, büyük bir soyum oldu, binlerce kadınla birlikte oldum ama neden yabancı ? Neden ? Daha yüzyıllardır senin kim olduğunu bile bilmiyorum. Ne adını ne sanını." Seyyah konuşmaya o kadar dalmıştı ki, bulundukları yerin yavaş yavaş karardığını fark etmemişti. Hanın görüntüsü, içindekilerle beraber yavaş yavaş soluklaşmaya başladı.

  Yabancı ağaya kalkarak, hâlâ bir şeyler anlatmaya çalışan adamın arkasına geçti ve ardından sağ eliyle Seyyah'ın omzunu tuttu bir saniyeliğine ve daha ne olduğunu bile anlayamadan önce elindeki bardak düştü ardından olduğu yere adamın kafası düştü, sanki uyuyakalmış gibi.

"Zamanı geldi, artık..." yabancı cümlesini tamamlayamadan hanın kapısı gıcırdadı, Dikkati dağılmış bir şekilde o yöne baktı ve kapıdan içeri giren birisini gördü.

                                                                         X X X X X


  Yavaşça başını eğerek, "Kardeşim." diye selamladı içeri gireni, takibinde aynı cevabı aldı. Elini uykuya dalmış gibi görünen adamın omzundan kaldırarak, geri giden adımlarla odanın içinde soluklaşıp kayboldu.

  Yeni gelen adam bir süre içeriyi izledikten sonra Seyyah'ın karşısına oturdu. Boyu uzundu ve bembeyaz bir teni vardı, üzerine giydiği siyah pardesü, sanki rüzgarlı bir alandaymışçasına durmadan sağa sola savruluyordu. Arada adamın kafası istemsizce titrek hareketler yaparak, ürkütücü durum oluşturuyordu. Böylece kısa bir zaman Seyyahbendar'ı izledi.

                                                                          X X X X X

"Uyan Seyyah, ben Kader."

Hızla, irkilerek uyandı adam, çelimsiz görünüyordu, teni soluklaşmıştı. 

"Neredeyim ben ? Ne oldu ? Sen kimsin ?"

"İnsanlar tarafından koyulmuş bir sürü ismim var, sen Kader diyebilirsin bana. Handayız, bayılmıştın. Ben seni uyandırdım."

  Seyyah durumu anlamaya çabaladı, duraksadı ve o ana kadar neler olduğunu düşledi. Uzun süredir yaşıyordu; yaşadığı bir sürü önemli olay vardı, aynı handa iki yüz yılda bir veya yüz yılda bir buluştuğu, kim olduğunu dahi bilmediği yabancıyı hatırladı. Bunun nasıl mümkün olabileceğini o an kavrayarak irkildi, şu an kendisini yalnız ve güçsüz hissediyordu. kendinden eminliğini kaybetmişti, sesi ürkek çıkıyordu.

"Peki, sen burada ne yapıyorsun ? Niye kimse yok ?"

"Sana birkaç soru sormak için geldim ve bugünse eğer, tamamlanması gereken bir işim var, senin yardımına ihtiyacım var anlayacağın. Öncelikle en çok merak ettiğim şey şu, niçin ölmek istemediğin. Amaçladığın şey ne ?" Ellerini birbirine kavuşturarak dinleme arzusunu belirtmeye çalıştı Kader.

"Buna amaç mı diyorsun ? Hem madem sen kadersin benim hakkımda olacak olanları senin bilmen gerekiyor, amacım diyorsun ki bir amacım dahi yok, bunu bilmen gerekiyor. Sadece ölmeyi istemiyorum, aynı anda iki bardak suyu içmek kadar gereksiz. Zaten fazlasıyla ölüme tanıklık ederek sürekli ölüyorum. Bunlar bana yetiyor. neden öldükten sonra başka bir hayata inanmaya ihtiyacım olsun ki ? Hayat zaten burada, bak şu an burada oturuyorum ve bunu hissedebiliyorum, ateşin sıcaklığını, havanın soğukluğunu hissedebiliyorum. Sana dokunduğumda tenini hissedebiliyorum." Bunu derken elini adamın göğsüne doğru dokunmak için götürdü lâkin adamın göğsünün içinden geçip sandalyenin arkasına çarpmıştı. Yüzyıllardır unuttuğu bir duygu içinde, ansızın sert kayalara vuran amansız dalgalar gibi şiddetle, her saniye artarak kabarmaya başladı. Korkmuştu Seyyah, şu an hiçbir şey anlamıyor ve bilmiyordu, bu durum onu oldukça korkuttu. Bir şeyler daha vardı lâkin adını unutmuştu, kendisine sürekli bir süre sonra ne olacağı ile alâkalı sorular soruyordu, ne yapacağını, neye cevap verebileceğini bilmiyordu.

"Şüphe," dedi Kader, "Bu duyguya ise şüphe diyoruz. Korku ve şüphe insanı bir şeyleri yaşamaya iter. Seyyah, insanoğlu duyguları olmadan bir hiçtir. Bak bana dokunamadın, çünkü benim varlığımın bir önemi yok benden bir tane daha olabilir ama sen öyle misin ? Hayır, kendi oluşturduğun fikirlerin sayesinde yüzyıllarca yaşadın, yüzlerce insana dokundun, tanıdın, tattın,  savaştın, hissettin... Bir süre sonra bunları ilk günkü kadar heyecanla yapmamaya başladın, alışkanlığa dönüştürdün. Yani, yaşamı erteleyemezsin, onu bir tür alışkanlığa dönüştüremezsin ama sen bu duruma sokmuştun, kimseye bahşedilmemiş bu özel hayatını. Kısır döngü içerisindeki hayatta duygu yoktur. Alışkanlık vardır. Sürekli yenilerini oluşturmak, geliştirmek varken, sen varolan kimliğini kaybettin bu alışkanlıkların içerisinde. Onca zaman yaşadığını sanmıştın ama sen zaten yaşarken ölüydün. Kimse varlığından bile haberdar olmadı, gelip geçici arkadaşlıkların, gelip geçici ilişkilerinle bataklığın içinde yüzdün. Siz insanlara her baktığımda üzülüyorum, üzülüyorum çünkü varolmanın mükemmelliğini günlük hayatlarınız içerisinde unutmuş gitmişsiniz. Bir şeyleri veya birilerini hissetmenin o tarif edilemez duygusu sizler için çok sıradan olmuş. Şimdi geçmişinle alâkalı korku duymaya başlıyorsun ve takibinde geleceğinle ilgili şüphe. Yüzyıllar sonra ilk defa... İşte şimdi yaşıyorsun Seyyah. İnsanlar duygulara bağımlıdır, birilerini sende uyandırdığı duygular için seversin, belki unuttuklarını ama hepsi duygudur sonuçta. Bugüne kadar boş bir kitap sayfasına veya yolda yıllarca oradan oraya sürüklenmiş bir dal parçasına aşık olan, sevgi besleyen, dost belleyen bir insan tanımadım. Onlar sende duygular uyandırmaz ki, onlar sadece dururlar ta ki o boş sayfa doldurulup, dal parçası toprağa dikilip yeşerinceye kadar. Duygular... Sevgi, korku, acı, üzüntü, ölüm... Bunların her birine sahip olmak için ölümsüzlüğünden vazgeçecek, senin hayal dahi edemeyeceğin varlıklar tanıyorum ama siz insanlar farkında bile değilsiniz bu mucizelerin. Senin için hep eskisi gibi bunların farkında olmanı diledim ama olmadı. İşte o zaman ölümsüzlüğünün bir anlamı olacaktı biliyor musun ? Başarmış olacaktın, ilk olacaktın... Şimdi korku ve şüpheyi bırak artık onlar geride kaldı, yenisini hissedeceksin. İlk ve son defa, en özel olanların ikincisini... Elveda... Sonsuza dek..."

  Seyyah, Kader'in anlattıklarına hiç tepki verememişti, adam oturduğu yerde öylece kaldı, düşündü, korktu, şüphe duydu. Söylediği her şeyde haklıydı, yüzyıllarını hayatın içerisinde yaşarken kaybetmişti. Eğlenmişti, savaşmıştı, ağlamıştı ama korkmamıştı veya şüphe duymamımştı çünkü ölümsüzdü. Geçmişin aksine artık her saniye korkuyor, şüphe duyuyordu. Kader göz kırparak elindeki büyük kitapla soluklaştı karşısında. Kaderini düşündü, sorgulamaya başladı: "Madem," dedi kendi kendisine, sesli düşünüyordu, "Hayatımda neler yapacağım belli, yanlış tercihler yaptığım belli, neden beni tek başıma bu saçma hayatta bıraktınız ?" Cümlesinin sonuna doğru, yüzyıllar sonra ilk defa yüksek sesli, bağırarak konuşuyordu. "Bu kaderi ben seçmedim! Lanet olsun her şeye, daha önce söylemediğiniz her şeye lanet olsun!"

  Haşimle yerinden kalktı Seyyah, nereye olduğunu aldırmadan koşmak istiyordu. Çevresindeki soluk ortamın gittiğini fark etti bir anda, insanlar vardı; gülüyorlar, birbirlerine eğlenceli hikâyeler anlatıyorlardı, kimisi yanındaki kadınla meşgulken kimisi karşısındakiyle dalga geçiyor kimisi ise iki yanındaki masadaki insanları gözleriyle yanındakilere işaret ederek, o masadaki insanlar hakkında fitne çıkartıyordu. Seyyah aklını kaybedecek gibi olmuştu, handan çıkıp asla geri dönmemeyi düşündü ve ölümsüzlüğünü batıda, bir göl kıyısında sonsuza kadar sakin bir şekilde devam ettirmeyi kafasına koydu. Tam bir adım atmıştı ki daha önce yere düşürdüğü büyük içki bardağına bastı ayağı. Düşerken kafasını karşıdaki masanın kenarına vurdu, öylece bayıldı.

                                                                      X X X X X X

   Gözlerini açtığında karanlık bir boşluktaydı. Yarılmış başını eliyle sıvazladı, kanlanmıştı. Aldırmadan, sendeleyerek ayağa kalktı. Beyninde sürekli son kurduğu cümleler yankılanıyordu:"Lanet olsun her şeye, daha önce söylemediğiniz her şeye lanet olsun!" durmaksızın bunları işitiyordu kendi içerisinde. Nereye olduğunu bilmeden koşmaya başladı, hiçbir şey görmüyordu, korkmuyordu ve şüphe de duymuyordu yine. Bir anda kaderi hakkında yeni düşünceler belirmeye başladı, Neler yapacağı ve neler yaptıkları konusunda düşünmeye başladı, neler yapacağını şu anda bilmiyordu. Neler yaptığına gelince yüzyıllar boyunca iyi bir insan olmayı becerememişti, sadece ve sadece kendi işleriyle meşgul olmuştu, kendi istekleriyle. İnsanlarla adam gibi ilişkiler kuramamıştı, ellerinde ölen kralı düşündü o an, belki o kral onca zaman elde edebildiği tek arkadaşı olabilirdi. Bu kaderi zaten kendisinin seçmiş olduğunu anladı, kendi yaptığı seçimleriyle kaderini zaten kendisi belirlemişti çünkü özgür, hür iradesi ile yapmıştı her şeyi. İyi veya kötü elde ettiği her yolun zaten kendi kaderi olduğunu da anladı, hayat bunu kavrayamaması için basit meşgaleleriyle aklını bulandırmıştı, herkese bunu yapıyordu aralıksız herkese. Bu tuzağa girmemiş olmayı yeğlerdi.

   Göremediği sert bir yere vurdu, çarpmanın etkisiyle tekrar başı ağrımaya başladı. Çevredeki karanlık silindi, hanın kapısını gördü Seyyah, el yordamıyla kapısını açarak içeri girdi, kimsenin olmadığını görünce şaşırdı ve ilerledi, düştüğü yere baktı. Kan izleri duruyordu. Bir anda arkasındaki kapı açılıp kapandı hızlı bir şekilde. Seyyah arkasını döndüğünde hiçbir şey görmedi. Yanındaki şömineden yeni yanmış odunların tutuşma sesleri yükseldi, o yöne yöneldi Seyyah. O sırada kapıdan tekrar sesler gelmeye başladı, kafasını tekrar çevirdiğinde kapının içinden bir şeyin havada süzülerek geçtiğini gördü. İçerisi soğumaya başladı, bu giren şey oldukça uzundu, üzerinde Kader pardesüsüne benzeyen siyahlık vardı, yine rüzgar varmış gibi sürekli savruluyordu. Odanın içerisinde yuvarlaklar çizdi bir süre, sonrasında Seyyah'ı yeni fark etmiş gibi durarak ona döndü, başta kafasını fark edemedi adam, yaklaşınca etraftaki karanlık kalktı ve sivri sivi yedi ucu olan ve her ucunda garip şekiller bulunan miğferi gördü, göz boşluklarından kara kara dumanlar akıyordu.

   "Seyyah," dedi kara miğfer. "Elveda... Sonsuza dek..." Hızla tekrar odanın içerisinde daireler çizdikten sonra Seyyah'ın etrafına geldi ve onu tamamen sardı, ağzından vücudunun içerisine girerek, Seyyah'ın gözleri kararttı, tek ses dahi çıkartamadı lâkin çığlık atıyormuşcasına kıvranarak yere kapaklandı, ne yaptığının farkında bile olmadan şöminedeki bir ucu dışarı çıkan oduna vurdu gövdesi ve öteki ucu ateş içerisinde yıkanan odun Seyyah'ın üzerine düştü. Kıyafetlerin alev alışını hissetti Seyyah, ardından teninin ateşte kavrulmasının getirdiği acıyı hisetti. Vücudu kapkara olduktan sonra, çıktı içerisinden kara miğferli, son defa hızlı daireler çizdi odanın içerisinde ve hızla Seyyah'a bakarak geldiği yerden kayboldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder