Perşembe, Temmuz 13, 2017

Karanlık Saatte Olsunlar

"Işığı son defa görüyorum, sonsuza dek yok oluyor."

Uzun süredir düşüyorum, yaklaşık yirmi yıl olmalı lâkin hâlâ hız kesmeden düşüyorum. Of, o kadar zaman geçmiş ki... Düşmeye nereden başladığımı dahi hatırlamıyorum artık, bir süre önce düşünmeyi bıraktım, bu bir süre belki beş sene öncesine kadar dayanabilir. Beş senedir ise düşünmüyorum. Nereden başladım? Nereye düşüyorum? Yirmi senedir tek duyabildiğim şey, belirsiz insan fısıltıları.

Karanlık saatte olsunlar...

Bir tür çukurdan düşmeye başlamış olmalıyım. İnsan fısıltıları... Nasıl bir çukurdu acaba? Belki yağmurun getirdiği selden göremediğim türden, belki kendim atlamışımdır, belki beni ittirmişlerdir ama neden? Kim veya kimler? Bazen çığlıklar yükseliyor, bazen birkaç kol beni sağımdan solumdan tutup çekmeye çalışıyor lâkin çok hızlı düşüyorum.

Karanlık saatte olsunlar...

İlginç, bir ışık huzmesine doğru yaklaşıyorum. Kırmızı ve tonlarında, bazen sarı da görünüyor. Sağa sola savrularak parlıyor, yangın olmalı. Yirmi senedir ilk defa sıcakladığımı fark ettim.

Işığın yanından geçiyorum, gördüklerim ise iğrenç. İnsan fısıltıları... Çok kalabalık insan topluluğu masalara oturmuş, durmadan konuşuyorlar. Masalarda otururlarken yaşlanıyorlar aynı zamanda lâkin kimse garipsemiyor. Seslenmeye çalışıyorum, kimse dönüp bakmadı. Kahretsin! Nasıl olabilir ki? Artık susun, saçmalıklarınızı duymak zorunda değilim, diye bağırmama rağmen yine tepki yok. Nasıl böyle şeyler konuşabilirler ki?

* * *
"Hayatımı kimseye hesap vermeden yaşayacağım! Artık özgürüm!"

"Ah! Sonunda! Bu telefonu almak için çok çabaladım, çoook! Sonunda benimsin."

"Makyajımı beğendin mi? Rujum sanki biraz yamuk gibi."

"Ben zaten onun seni sevmediğini biliyordum, üstelik seninle beraberken, birçok sefer farklı insanlarla birlikte olmuş. Nasıl haberin olmadı ki?"

"Şu kızı görüyor musunuz? Oldukça güzel görünüyor."
* * *

"Hayatımı kimseye hesap vermeden yaşayacağım! Artık özgürüm!" diyen kızı tanıyorum aslında. Erkek arkadaşından bahsediyor olmalı. Ona hesap verdiğini hiç görmemiştim. Niye öyle söylüyor? Etrafındaki insanlar yüzünden olmalı, onlara ayak uydurmaya çalışıyor. Acınası... Kendi fikri yoktu, hiç olmayacak da. Geleceği görüyorum sanırım, o insan sağa sola savrularak bir yol tutmaya çalışırken görüntü toz olup kayboluyor sürekli.

Diğerlerini de tanıyorum, ne kadar boş anım varmış. Bunları bilmek saçmalığın ta kendisi olmalı.

Karanlık saatte olsunlar...

Kollar beni yakalamaya çalışıyor lâkin ben son sürat düşmeye devam ediyorum. Aynı ışık tekrar yanımda belirdi, gözlerimi oraya yönlendirip sahneyi anlamlandırmaya çalışıyorum.

Alevlerin içerisinde, birbirine sarılmış iki kişi var. Şöyle söylüyorlar:

"Seni seviyorum lâkin bunun tek başıma olmasına izin verme. Seni kıskanıyorum, seni tutuyorum, lütfen bana ait olduğunu fısılda, seni öpüyorum. Keşke sana güvenebilseydim, gözlerimi senden alamıyorum."
Bu insanları tanımıyorum, belki yirmi sene öncesinde tanıyordum. Artık kolay kolay hatırlayamıyorum.

Karanlık saatte olsunlar...

"Çıkart şu şapkayı! Tanrı tek bir saç telinin dahi hareket ettiğinden haberdardır ve bunu bana sen öğretmiştin..."

İnsan fısıltıları... Bu duyduklarım ne? Gördüklerim? Benim anılarım mı? Yoksa başkalarının mı? Sağ kulağımdan sol kulağıma doğru birisinin bağırışı dikkatimi dağıtıyor. "Sana ihtiyacım var!" Kimin neden bana ihtiyacı olsun ki? Benim tanıdığım insanlar kimler? Fısıltılar yükseliyor tekrar, sağımda bir görüntü belirdi.

Bir adam elindeki bezi balkondan aşağıya sallamış ve içerisinden kurmalı saat parçaları düşüyor. Arkasında ise çocuğu onu izliyor.

"Profesör Einstein zamanın mekandan mekana göre farklılık gösterdiğini söyledi. Söylesene, madem zaman doğru değil? Saatçi olmanın ne anlamı var?"

Bu neydi şimdi? Ne yani ben yirmi senedir düşmüyor muyum? Ya bir dakika olduysa? Of. İnsan bilmediği şeyden korkar derler, korkmaya başladım.

Düşüyorum. Şimdi ise her yerde karmakarışık görüntüler oluşuyor; savaşlar, tecavüzler, ızdırap, umutsuzluk, açlık, uçuruma giden yerlerde kuyruklara girmiş bir sürü insan, hepsi yanıyor hepsi alevler içerisinde. Boyunlarında zincirler asılarak birbirlerine bağlanmışlar. Boş boş etrafa bakıyorlar, bazen tepkisizler bazen kimisi gülerken kimisi ağlıyor lâkin kuyruk uçuruma sürüklenmekten kendisini alıkoyamıyor...

Tekrar bir görüntüye yaklaşıyorum. Genç bir adam, elinde telefonu ve gelen mesajı okuyor. Zar zor seçebiliyorum ekranı, en sonunda yazanları görebiliyorum. "...ama beni unutma.". Sevdiği birisi göndermiş olmalı. Adam keyifsiz, hüznü gözlerinden okunuyor, bir damla yaş telefon ekranına damlıyor o sırada. İlk defa bu kadar üzülüyorum. Neden acaba?

Tepemden bir uğultu geliyor, "Senin için geliyorum." diyerek tıslıyor adeta. Tekrar korkmaya başlıyorum, tüylerim diken diken oldu. Bu cümlesini içimde hissettim.

Genç adamın görüntüsü dağılmadan önce, ağzından çıkan kelimeyi seçemiyorum.

Yukarıdan gelen uğultu gittikçe yaklaşıyor ve korkunç bir hâl almaya başlıyor. "Bu hayatın hiç bitmeyeceğini sanmıştın. Ölümün seni asla yakalamayacağını düşündün lâkin işte buradayım, vaktin dolmak üzere, seni almaya geldim."

Simsiyah bir duman sağa sola çarparak içimden geçiyor, nefesimi tutmuş bir halde donakalıyorum. Duman içimden öylece geçerken, tekrar bir ses yankılanıyor. "Ben bir hayaldim, senelerce benim gerçek olmamı beklemiştin, işte geldim ve artık görevim tamamlandığı için gitmek zorundayım. Hayallerine sadık kalamayan insanlar, korkularının her zaman onlara arkalarından yaklaştığını düşünürler lâkin korkuları ise hep gözlerinin önünden gelir. Bunun şokuna girip, algılayamazlar ve akli dengelerini yitirirler, belki hasar alırlar. Yazık, ölüm de böyle."

Karanlık saatte olsunlar...

Düşüyorum, artık kollarımı açtım. Zemine çarptığımda ölümümü kucaklamış olacağım. Belki öldüm ve benim cezam budur. Hoşçakalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder